27 Aralık 2013 Cuma

  AKP  vs  The Cemaat

17 Aralık 2013'te Cemaat bağlantılı bir yolsuzluk operasyonu başlatıldığından beri, hükümetteki bazı bakanlar ve oğulları üzerinden kirli paralar Gündem'e saçılmış durumda. "Dershanelerin kapatılması" meselesi ve zıtlaşma geldi buralara kadar... Hrant Dink öldürüldüğünde (milliyetçi) duygulara tercuman olan, o zamanın İstanbul valisi, şimdinin İçişleri Bakanı Muammer Güler; Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre Bakanı (TOKİ) Erdoğan Bayraktar... Halk Bankası Genel Müdürü...  Ayakkabı kutuları,  para sayma cihazları,  
tomar tomar paralar,  görevden alınan savcılar...

Popüler kültür ayağı da vardı bu operasyonun tabi:
İnşaatçı,  orman katili,  pop görgüsüzlük figürü  Ali Ağaoğlu  gibi...
Ebru Gündeş'in eşiymiş,  Reza Zarrab  diye bir iş adamı gibi...
(Ebru Gündeş  yazık zavallı  «mağdur(e)»  olarak,  ekranlarda jüri timinde paraları tomarladığı bir yarışma programında  "gözyaşlarına boğulmuş!"


Kurgulu ağlamaları bitmedi gitti bu kadının, klibinde olsun ekranlarda olsun. Her zaman danışıklı dövüşlü işlerin insanı gibi idi.  Bu açıdan  evliliğinde de "Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş"  hakikaten.)

Körler sağırlar birbirini ağırlar.. Bunlar da geçer.
(Bu kadar yapmacık ağlama mı olur?)   Zerre kadar ilgimi çekmedi,  bir heyecan da yaratmadı bende bu gelişmeler.  Ancak muhabbetim olan, çenesi iyi çalışan bir kişinin sosyal medyadaki paylaşımlarını görünce  özelden fikirlerini sordum:  "Son dönemde dillerdeki soruşturmalara karşı mısın değil misin? Ne düşünüyorsun?"
Cevabını buraya da aktarmaya karar verdim:



AKP ve Yolsuzluk Soruşturmaları

Bu yaşıma kadar hiçbir siyasi grubun içinde olmadım yada hiç bir cemaatin.. Tabi bu ilgilenmediğim anlamına da gelmiyor. Develer güreşir çimenler ezilir.. Bu kavgalar sadece çimenlere zarar verecek, develere değil.

Yiğidi öldür hakkını ver demişler.  Güzele güzel, çirkine çirkin diyebilmeli;  hiçbir fikri yada yanlışı kambur edinmemeli.. Taasuptan, önyargıdan kaçınılmalı.. Çünkü taassup ve önyargı insanı kör eder. Beyinlerimizi lider yada cemaat önderlerinin cebine koymamalıyız. Bunlar bize Kuran'ın telkin ettiği şeyler. Ancak din tarihin her döneminde, her toplumda sömürülmüştür.

Türkiye'nin gündemine gelince.. Açıkça söylüyorum. AKP de Cemaat de maalesef gücün verdiği hazla olacak ki ne oldum delisi havasındalar. İki tarafın da haklı ve haksız olduğu bir yığın şey var. Gelinen noktada ise kaybeden taban, yani bizler oluyoruz.
Ben özellikle iki gücün savaşından nemalanmaya çalışan acizleri gördükçe daha gıcık oluyorum. 11 yıldır hiçbir nane yap(a)mamışsın kendin de cemaatin hükümete yaptıklarından prim yapmaya çalışıyosun?.. "Ohh yesinler birbirlerini!" deyip mutluluktan coşarken kendin aciz aciz oturup bu kavgadan yararlanmaya çalışacaksın?

Bugüne kadar Türkiye'de AKP problemi değil, muhalefet problemi olmuştur.  AKP oyları AKP olduğu için değil;  muhalefet olmadığı için, halk alternatif göremediği için almıştır. Başbakanın iki kolu var: sağ kolu ve sol kolu (Bahçeli ve Kılıçdaroğlu). O kollar kopmadıkça başbakan başbakan olmaya devam edecektir.

Yolsuzluklara gelince... Bana bunu sorman tuhafıma da gitti tabi ki. Herhalde yolsuzlukların üzerine gidilmelidir.

Benden bir siyasi veya cemaat beklentisi içinde olmamalısın. Alkol alırım. Namaz kılmıyorum.. Hoşgörünün, demokrasinin olmazsa olmazlarından olduğuna inanıyorum.  Alevi değilim, Sunni de sayılmam ancak bu kesimlerden çok yakın arkadaşlarım var. Solcu değilim, AKPli değilim, ülkücü değilim, Fetullahçı değilim; ancak hepsinden çok yakın arkadaşlarım var. Bir de "sosyal demokratım Atatürkçüyüm" deyip de aslında hiç alakası olmayan entel dantel geçinen, kendini elit sanan tiplere de ayrıca bir gıcığım var.  Boşuna "kıroyum" demiyorum yani.
Sevgiyle kal.

------------------------------------------------------------------------------------


Bu da konuyla ilgili  Ali Bayramoğlu'nun  bir yazısından alıntı:

Çatışma nasıl seyredecek sorusuna verilecek yanıt, tarafların tavrı ve genel stratejilerinden ibaret değil, atacakları adımlarla hukuk devleti düzenini ne kadar zorlayabilecekleriyle de ilgili.
...
Cemaatin devlet içindeki yeminli aktörleri ellerindeki devlet yetkisini cemaat stratejisi etrafında kullanmaya devam ettikçe, bu yaygınlaştıkça, siyasi iktidar bu çerçevede yara aldıkça, az akıllı CHP tipi siyasi partiler ve olup biteni tribünden seyretmeyi, AK Parti'ye vurarak cemaati okşamayı tercih edenler bu durumu meşrulaştırdıkça, demokrasi sorunu daha da büyür.
("Devlet krizi, demokrasi riski", Ali Bayramoğlu. 27.12.2013, Yeni Şafak)

Ve Twitter:
Osmanlıdaki kul'un,  Cumhuriyette dahi,  İslam sosuna batırılmış sadaka ve rüşvet zihniyetini devam ettirmiş olması tarihin tekerrürüdür.
(@ShlomoHayim)


2 Aralık 2013 Pazartesi

  TEN BİLGİSİ

Yeni bir blog çalışması bu:  TEN BİLGİSİ   :)
(Adult/Yetişkin içeriklidir)

tenbilgisi.blogspot.com



23 Kasım 2013 Cumartesi

  TROLLÜK  nedir?

Trollük,  insanları kızdırmak ile "keklemek" arasında gidip gelen, ilgi odağı olmak üzerine kurulu bir internet kültürü. Genellikle gerçek kimliğini gizleyip takma isimler üzerinden yapıldığı söylenir. Bu durum genellikle böyle olsa da, Türkiye reel hayatta trollük faaliyetlerinin en yaygın olduğu ülkelerden biri belki de.

"ULUDERE-Kürt-kürtaj"  yakın geçmişteki en iyi örneklerden biri idi.
Meclise türbanlı milletvekillerinin girmesi toplumda beklenen gerginliği yaratmayınca, bu kez de "Kızlı-Erkekli Yurtlar" ortaya sürüldü. "Fakirler gidemiyor!"  diye dershaneleri kapatıp  bunların bir kısmını özel okula dönüştürmek gibi dolaylı işler de yok değil.

..........Beri yandan bizde trollüğün en has ve başarılı örnekleri show dünyasından çıkmakta.  Hangi birini örnek vericeksin ki?

Hiçbir kalıcı ve dişe dokunur iş yapmadan, sadece çene sayesinde gündemi domine ederek bunun sunduğu fırsatları iyi değerlendirip vergi rekortmeni olmuş insanların ülkesi burası.
Yaklaşık 25 sene boyunca,  "Ben çok güzel bir kadınım"  ve  "Erkekler aldatır"  lafları çevresinde 70 milyonluk bir ülkenin şov dünyası işgal edildi.  Sonra  "Urfa'da  O-kus-ford  vardı da  biz mi okumadık?"

Popüler kültürümüz zaten tam bir derya.  Kemik iliği kanseri olduğunu söyleyip milletin kanını toplayan acılı doktor... (Oktar Babuna)  Vajinismus'u  tarihe gömdüğünü ve bu konuda dünyada tek olduğunu iddia eden Haydar Dümen... Tweet'ine cevap yazan ilk 20 kişinin kendisi ile yemek yeme şansını kazanacağını söyleyen belediye başkanı...  :)
(bkz: Melih Gökçek)

Velhasıl bizim insanımız;  adını saklamadan,  dobra dobra trollük yapan baba yiğitleri seviyor canlar  :)


12 Kasım 2013 Salı

  Gene mi RTE!  Hala mı  AKP?

Son zamanlarda en sinir olduğum tepkimsilerin başını çekiyor  Gene mi RTE?  Hâlâ mı AKP!  çıkışları.
15 sene olmuş nerdeyse! Hala mı AKP, gene mi Tayyip!?” imiş...   (Sanırsın Türkiye'den değil de başka diyardan bildiriyor.)

             Bendeniz bugün otuzlu yaşlarını yarılamış biri olarak, bu ülke ile ilgili görüp gözlemlediğim en temel kodların başında "geberene kadar defolup gitmemek"  yer alıyor zaten? Bunu anlamak için en verimli alanların başında da popüler kültür gelir herhalde.

Bilmem katılır mısınız ama... Türkiye'de bir kültür mafyası var. Şov dünyasındaki kıstasları da kendisi belirliyor. Bazı şarkıcılar, bazı oyuncular, bazı "tipler" adeta dayatılır burada. Sevmesen de  huşû ile onlara katlanmak zorundasındır.
Tesadüf değil yani bunlar.  Tabii bir alternatif daha var: Tamamen inziva hayatı.   (Ya da gideceksin arkana bakmadan)


Henüz ilkokula bile başlamamıştım sanırım ilk kez  Türkan Sultan,  Süperstar Ajda,  Minik Serçe,  İbo,  Avşar kızı  adlarını duyduğumda...

Türkan Şoray  yüzlerce sinema filminde oynamıştı, bi dolu ödülü vardı, başımızın tacıydı. Geberene kadar da sultanımız olarak kalacak. Muhtemelen ölümünden sonra bile şöhret meraklısı genç kızlarımız söyleşilerinde "Kamera karşısında öpüşmem-sevişmem, Şoray kanunlarım var benim eki eki!" demeye devam edecek  :)

İbrahim Tatlıses  desen kafasından bile kurşunlandı, halen ayakta ve kendisinden her dem haberdarız.  (Olmamız gerekmiş gibi!)

Ve Avşar. Ancak ya biz ya da kendisinin ölümüyle kurtulabileceğimiz bir başka medya maymunu.  Çeyrek asırdan fazladır bu şahsiyetle dopdolu tüm pop hayatımız.
(Öyle mesuduz ki!)

Oldukça arşivci biriyimdir,  aldığım dergileri dahi saklarım uzun yıllar boyunca. (Evet, odam depo gibi.) Geçenlerde eskileri gözden geçirirken, ortaokula başladığım sene  (yıllar sonra bir trafik kazasında kaybettiğim en yakın arkadaşımla) okul çıkışı aldığımız bir haftalık dergi geldi elime. Arkadaşım H.Avşar'ı severdi ve söyleşisi var diye almıştık dergiyi. Sayfaları karıştırırken denk geldim, büyük puntolarla yazılmıştı söyleşinin başlığı:

"Erkekler aldatır."
Bu da ara başlık:  "Filmlerimde öpüşmem sevişmem ama masturbasyon yaparım."

Sene 1991'de dedikleri bunlar.  Sene 2013 olmuş,  şu işe bakınız ki yine durmadan aynı şeyleri diyor bu hikmeti kendinden menkul güzel kadın.  Burada bir gariplik var galiba? Çocuğunun bademcik ameliyatına kadar ana haber bültenlerinden dayatıldığımız (Muhtar'landığımız) bu insana belli ki uzun yıllar daha maruz kalacağız. Sadece ona olsa neyse!  Tabiki evladına da... Ve kız kardeşine de...

Şoray'ı ve Avşar'ı midesi kaldırabilen topluma,  bir de eşantiyon olarak kızlarını ve kardeşlerini verdikleri için medyamızın değerli gazeteci mensuplarına ne kadar teşekkür etsek az!


Velhasıl hala daha Türkan Sultan güzellemeleri yapılıyor, Sezen yıkama-yağlamaları...  Ekranlardaki evlilik furyası desen herhalde en az on sene daha sürer. Acun  ve  niceleri var daha sırada.

EL İNSAF!   Hâlâ  Demirel'den  siyasi görüş alınan bir ülkeyiz!
(Okul arkadaşı ERBAKAN, ancak hakkın rahmetine kavuşmasıyla koltuk sevdasından gönül indirmişti. Belli ki Demirel için de öyle olacak. Gökçek ve oğlu var sırada! Benzersiz bir ülkeyiz doğrusu.)

Sevmek, hayranı olmak, fan'ı olmak ayrı bir şey;  topluma-kitlelere dayatmak ayrı!


Hayatım boyunca dayatmaların türlüsünden hep rahatsız oldum.  Türkiye'de ise insanlar bunları içselleştirmiş, zerre tepki yok gibi.  Her radyoyu, tv'yi açısında reklamlarda defalarca  NİL Karaibrahimgil'e veya  Sertab Erener'e maruz kalmak zorunda olmak insanlarımıza batmıyor mesela...  Bıkmıyor,  tiksinmiyor.



BUNLARI MİDESİ KALDIRAN İNSANLAR RTE'yi KALDIRAMIYOR,  ÖYLE Mİ?     lol


           Bu yazıma son verirken, Hakkı Devrim'den bir alıntı yapmak istiyorum. Alıntı, siyaset sahnemizdeki esaslı bir bıktıran üzerine. Yıllar önce bu sözleri "Ne olacak bu CHP'nin hali?" tartışmalarının döndüğü bir ortamda link vererek aktardığım için Private Sözlük'te günah keçisi ilan edilmiştim. Ne satılmışlığım ne ABD uşaklığım ne Fetocu oluşum... olmadığım birşey kalmamıştı. Sonunda da bir yönetici tarafından özel mesajla siteden ayrılmam istenmişti.   (yani kibarca kovuldum)

CHP gündemden düşeli bence 59 yıl geçti. 1950 CHP'nin sonuydu.  Darılmayın, gücenmeyin!  Zorla ayakta tutacağız diye, tarihî bir kuruluşu hortlağa döndürdünüz. Bu Onur belası (Onur Öymen'den bahsediyor) aslında hayra alamet sayılır. Zemini boşaltma kararına varın ki, sahici bir muhalefet de gelişip büyüme imkânı bulsun.

("CHP'den kime ne hayır gelir!"   24 Kasım 2009,  Radikal)


5 Kasım 2013 Salı

 2013'ü yedim


Açıkçası bu sene olabildiğince Twitter, Facebook gibi internet ortamlarından ve genel olarak da medyadan, televizyondan uzak durdum.  Gönüllü olarak.  Bloguma da pek uğramadım.
Böylelikle yazma eylemine bir kez daha es vermiş bulundum.

Her şey bir eleştiriyle başlamıştı galiba,  veya ondan esinlendi.
"Akıcı yazmadığım"  yönünde bir eleştiri almıştım.  Bana tavsiye olaraksa  "Yemek tarifleri yapmam ya da Yılmaz Özdil gibi yazmayı öğrenmem"  sunulmuştu  :)

Kendimi dağlara taşlara vurmadım ama... Sanırım tekrar geçmişime sığındım,  kafamda bazı sorularla.  Ve tabi oyunlara...
Önce tanıdık olanlara yöneldim.  Şubat ayının son günlerinde,  yıllar sonra tekrar  Travian'da  hesap açtım. Bu sene zamanımın çok değerli bir kısmını bu strateji oyununa vakfettim.  Yeri geldi  saatimi kurup sabahın kör bi vaktinde kalktım,  yeri geldi  geceleri uyumadım...
Bol bol sohbetler ettim oyuncularla,  uzun yazışmalarım oldu,  güzel insanlar da var bu dünyada.
Kavga ettiklerim de oldu.  Hatta platonik bir aşkım bile oldu!
(Aslına bakarsanız  "olamadı".  Bakınız:  Olmuyorsa zorlamayacaksın)
Ama aşk her düzeyinde,  insanın ruhunda bir kibrit çakıyor.

Ve bir gün,  birinin yaptığı  "şerefsizlik"  olarak addettiğim bir olaya sinirlenip  bol madalyalı ve ilk sıralardaki,  süper saldırı-savunma askerli Roma hesabımı sildim.  (23 Eylül - S4)
15 tarlalı merkezimdeki tarlalarımı tılsımsız 18 seviye yapmıştım.
En çok da verdiğim emeğe ve sabrıma ağladım hesabın kapandığı son saniyelerde hüzün hakimdi. Ama insan kendi yarattığını ve yaptığını bir hamlede yıkmak istiyor bazen. Bitti gitti!

Az önce öylesine bir anda  bunları blogumdan da paylaşmak geldi aklıma. Ve bu karalama defterimde ilk yazdığım başlıklardan biri olan Travian oyununa bazı eklemeler yaptım. Sonra birine daha...
Bu iki yazı geçmişte  #Travian tag'ini taşıyordu,  birlikte hatırlansınlar diye tekrar hatırlatmak isterim:


31 Ekim 2013 Perşembe

  Saray  Muhallebicisi

Geçtiğimiz haftasonu, yeğenlerin okul alışverişlerini tamamladıktan sonra eve dönüş öncesi hep birlikte biraz dinlenmek, laflamak ve değişik bir lezzet keşfi için uğradığımız Bakırköy şubesi berbat bir Pazar öğleden sonra şoku yaşamamıza neden oldu.

Küçükler için istediğimiz dilim pastalar, kahve fincan altlığında servis edildi! Hem tabaklar çok küçük ve düz değil  hem de o minnacık tabağın üstünde servis edilmiş beyaz çikolata rendesiyle kaplı, tabaktan adeta taşan kocaman bir dilim frambuazlı pasta!
Bıçakla kesebilmek bir yana, çatal ile dökmeden bir parça alabilmek bile mümkün olmayan bir sunum.
(Üstelik çocuklar çikolatalı pasta istemişti. "Ondan kalmadı" diyerek bize sormadan frambuazlı olanı bir hamleyle önümüze koymuşlardı ama orasına takılmaya fırsat kalmadı.)

Uyarımızı yaptığımızda ise o şubede pastaların hep bu şekilde servis edildiği ve bu güne kadar hiçbir şikayet olmadığı söylendi. Yılların Saray Muhallebicisi'nin  eriştiği  deneyim ve kalite bu yani.

Şaşkınlık içerisinde benim şef garsona tek söylediğim; çocuklar bir yana,  bir yetişkin olarak kendisinin bu tarz bir  (pasta tabağı olduğunu iddia ettiği)  kahve tabağında, böyle neredeyse bir karış büyüklüğünde bir pasta dilimini tabaktan döküp saçmadan yemeyi başarıp başaramayacağıydı.  Karşılıklı bazı konuşmalar yaşandı.
Bu tarz olaylarda neredeyse her zaman olduğu gibi müşteriler/kalabalıklar/halk,  şikayetçi olana ters ters baktı. Bu arada, masanın benim oturduğum tarafa yakın kenarının iyi silinmemiş olduğunu ve şerbetli yapışkan bişeyin kıyafetimin dirsek ve bilek bölgesine yapıştığını fark ettim.

Türkiye'deki en büyük sorunun kalite (nitelik) ve kültür sorunu ile köylülük olduğu yönündeki inancım biraz daha perçinlendi.
(Gerçi  "sorun genetikte"  diyen de var.)


     Yazımı,  Twitter'dan gelmiş göçmüş bir dervişin sözüyle noktalıyorum:

Halâ sıkıcı sosyoloji kitapları okuyanlar, olumsuz 'küçük burjuva'  tahlilleri yapıyor.  Ulan köylü,  bulursan öp başına koy burjuva kültürünü!
(@dalgacidioskur)


22 Ekim 2013 Salı

 Bu kafa ne kafası:  ŞİİR?


Bilindiği üzre ülkemiz adeta bir $airler diyarı.
Her köşeden  -"bir şair kaleminden" mi bilinmez ama-  şiirsel dizeler fırlamakta.
Öyle duygusalız öyle duygusalız ki! Sormayın gitsin.

Hala şiir yazmayı bilmeyen kaldıysa buralarda,  bir zamanlarki Bayülgen ekibinden  onlar için gelsin:
"(Garantili)  $air olma Kılavuzu"




8 Ekim 2013 Salı

 Azametli  Aptallar


Karl. R. Popper   basit bir şeyi  karmaşık;
sıradan olanı, anlaşılması zor şekilde ifade etme biçimindeki bu acımasız oyunun;  birçok sosyolog, felsefeci vb. tarafından  ne yazık ki gelenekselleşmiş, meşru bir görev olarak kabul edilmesinden yakınır.”



Bir sosyolog vardı.  Hepimizin okuması için bir makale yazmıştı.
O lanet şeyi okumaya başladım.  Gözlerim kapanıyordu:  Ne başını
ne sonunu bulabiliyordum!  Bunun sebebinin listedeki kitaplardan hiçbirini okumamış olmamdan kaynaklandığını anladım.  Sonuna kadar o rahatsız edici  “Ben yeterli değilim”  duygusunu yaşadım.  Sonra kendi kendime  “Duracağım ve bir cümleyi yavaş yavaş okuyacağım. Böylece ne cehennemin dibi anlamına geldiğini çıkarabileceğim” dedim.

Durdum  -gelişigüzel-  ve bir sonraki cümleyi çok dikkatli okudum. Tam olarak hatırlayamıyorum ama şuna çok yakındı:  “Sosyal topluluğun her üyesi çoğu zaman bilgiyi görsel, sembolik kanallardan alır.”  Tekrar tekrar okudum ve tercüme ettim.  Ne anlama geldiğini biliyor musun?  “İnsanlar okur.

Bir sonraki cümleye geçtim ve onu da tercüme edebileceğimi gördüm. Sonra bu gereksiz bir iş oldu: “İnsanlar bazen okur, bazen de radyo dinler”  ve bunun benzerleri.  Ama öyle gösterişli yazılmış ki, bir kere okuyarak anlayamıyorsunuz ve sonunda çözünce işin içinde hiçbir şey olmadığını görüyorsunuz.”
---

(Sakızlı Ohannes Paşa'nın  "Azametli Aptallar"  başlıklı denemesinin bir bölümünden alıntıdır.  İlgili yazıda sosyolog ve felsefecilerin insanı kabız eden bir eğiliminden bahsedilmiş özetle.  Tamamını okumak için linke tıklanabilir.)


1 Ekim 2013 Salı

  ANT'IMIZ

ANDIMIZ  kaldırılmış.  Yani artık çocuklarımız okul girişlerinde  «Türküm-Doğruyum-Çalışkanım»   üçlemesiyle eğitim günlerine başlamayacaklar.
Bu demektir ki  «İlkem;  küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak / Yurdumu, milletimi  özümden çok sevmektir»  de diyemeyecekler.
EYVAH EYVAH!
Yine koptu bir kıyamet!  Türklük, milli değerler, Atatürk elden gitti yine! Sayısız  AKP ve RTE  (sövme)  güzellemesi dolaştı yine sosyal medyalamalarda.



Andımız, çocukları küçük yaşlarından itibaren yalan söylemek üzerine programlıyor ve yemin kavramını sıradanlaştırıyordu bence. Her ders günü en az 1 kere ve ömür boyu toplamda belki 1000'e yakın kez ettiğimiz bu yeminlerin sonrasında (ve Andımız'da söylenenler: küçüklerini sevip büyüklerini sayan, vatanını-milletini kendinden çok seven insanlarla)  şu anda çok farklı bir ülkede yaşamamız gerekirdi. Demek ki zaten reel hayatta karşılığı olmayan, putperestlerinki gibi boş tekrar duası kabilinden ezbere bir yeminmiş ki bir işe yaramamış.  Emrederek birşeyleri (vatanını, milletini, özünü, küçüğünü-büyüğünü...) sevdireceğini zanneden ve bu saçmalığı destekleyen, insan yapısından zerre haberdar olmayan ve dahi umursamayan okumuş cahiller sürüsü ile kuşatılmış olduğumuzu bir kez daha deneyimlemiş olmamız da cabası.  Keşke müzakere sürecinden önce kaldırılsaydı. Ama bu da mümkün değildi;  çünkü Türkiye'de kendine  "laik ve ilerici"  diyen kesim  ne laik  ne ilerici  ne de çağdaş.


        Demokrasiye geçişte itici güç muhalefet iken,  bizde çeşitli sebeplerle iktidar soyundu bu işe.  Etyen Mahçupyan'ın  Kutuplaşma ve Zavallılık yazısını durup okumanınızı tavsiye ederim.  Ne yazılırsa yazılsın,  kendine "çapulcu" veya laik diyen kesimle köprü kurabilmek,  iletişime geçebilmek son derece zor.  Karşılıklı konuşamadığın ve tartışamadığın insanlarla ne kadar demokrasi olursa o kadarız işte.


Aşağıdaki metin,  Muhammed Eminoğlu'nun  Facebook duvarından alıntıdır:


Andımızın kaldırılmasından ziyade andımız konseptli kavrama yaklaşımda ciddi bir problem var.

Andımız problemli idi,  sebebi de "Ne mutlu Türküm diyene" dedirtilmesinden öte bir durumdu. Ne kadar üzücü ki andımız Kürtlere göz kırpmak için kaldırıldı. Halbuki andımız insanlık gereği kaldırılmalıydı. Sorunun kökeni hergün çocuklara ant içtirmek gibi ruhi bozukluk içeren eylemdi. Yani bırakın ne mutlu Türküm diyene lafını, ne mutlu insanım diyene gibi hümanist bir söz içerseydi dahi "andımız" konsepti sorunlu bir konsept olacaktı...

Andımızın kaldırılmasına sevindim, ancak AKP'nin sorunun kökenini görebildiğine inanmadığım gibi insanların da bu konuda farkındalıklarının olduğunu zannetmiyorum. Yani andımızın kaldırılmasına sevinilmesinin sebebi "Türküm" ifadesinin geçmesinin ötesinde değil. Kusura kalmayın ama bu bana çok yavan geliyor. Yavan çünkü bu sorunun ufak bir parçası. Eğitim sistemindeki militarist yaklaşımın korkunçluğunu farkedip hissedemiyorsan bu sorunu çözemezsin,  andımız kalkar ama sorunlar devam eder.

Farkındasınız değil mi, ilkokul çocuklarına tamamen sivil bir bürokrat karşılarına dikilip "rahat, hazır ol" gibi askeri komutlar veriyor. Biriniz de sormuyorsunuz sivil eğitimde askeri komutların işi ne diye. İşte siz bunu görmüyorsunuz ya beni çok üzüyorsunuz. Öğrencilerin sıra olmaları ve müdürden emir almaları kaldırılmadı, sadece Andımız kaldırıldı. Yani sadece Türküm denmesine karşın duyulan rahatsızlığın üzerine gidildi. Peki ya dibine kadar militarizm içine batmış eğitim sistemi?
O ne olacak?



EDIT:   8 Ekim 2013'te  kaldırılan  "Öğrenci Andı"  için  Danıştay
"Yeniden okutulsun"  dedi.   (Ekim 2018)

Karara sevinen de var,  tepki veren de...  Bense sizlere 1900'ler Avrupasından birkaç ant derlemesi sunmaya karar verdim.
Bu yazının altındaki  Yorumlar  bölümünde iki tanesini okuyabilirsiniz.

Ayrıca  Andımız'ın geri dönüşü için şu blog yazısını yazdım:
ANDIMIZ  Reloaded


6 Eylül 2013 Cuma

 Kısa Beyan


................."Kader  denen bir daire var,  bazı odalar mühürlenmiş. Yapacak bir şey yok."


(Geçmişten bir sayfaya yönlendirme:  bkz)


18 Şubat 2013 Pazartesi

Kıyamet

(Bahçegeçitleri  adlı  blog çalışmasından alıntıdır.)


"Kıyamet"  yani Diriliş:  İnsanın ayağa kalkıp, özerk bir yetişkin olarak,  insani potansiyelini gerçekleştirme doğrultusunda yaşamaya yönelmesi.

Kıyamet;  insanın kendi hakkında sağlıklı bir  Bilgi  ile
Dünya içinde var olmaya başlaması. Nihayet kendi en iyi haliyle buluşmak için.

Kıyamet Nesimi’nin dediği gibi,  (ya da Buddha’nın, Jung’un, dinlerin vs)  “Vuslat şebinde gör beni;ser-tâ-kadem nûr olmuşam”…  Işık bedeni!

Kıyamet:  İnsan çeşitli maceralar yaşar, kendini giderek daha çok aydınlatır ve tanır.  Amaç bir gün o tam insanla buluşmak,
ta kendisi olmak.


9 Şubat 2013 Cumartesi

...Twitter

Günaydın.  Saat sabah tam 8.
Yeni bir güne başlarken,  genelde bu blogda yapmadığım bir şeyi deneyeceğim:  Paylaşmak, duygularımı.



........ Son aylarda anlamlı zamanları ve ilgimin aslan payını Twitter'a gömüyorum. Peki ne gördüm bu ortamda?

Geçenlerde  Reşat Çalışlar  şöyle bir örnek verdi mesela:

Buse Terim'in “Dostluklar sahte olduğu için hepimiz yalnızlaşıyoruz” anafikirli ve klişelerle dolu bir yazısı 1.500'den fazla RT almış. // Hangi dostluklar ne kadar sahtedir,  kim ne kadar yalnızdır  bunları bilemem ama
bu ülkede klişeler her zaman prim yapar bunu çok iyi bilirim.


Türkçe Twitter; birbirini okumadan karşılıklı ekleşenler, "Ekle beni ekleyeyim seni!" diyen boş muhabbetliler ve şişirilmiş fenolar odaklı.  Marilyn Monroe fotolu FENO adayları... Aynı tweeti sanki kendisininmiş gibi elifi elifine paylaşan yüzlerce-binlerce hesap!   (tvit hırsızlığı)
Bir sürü yalan haber...  Bir sürü dezenformasyon... ........
Yine de güzellikler var tabii.  Altın arar gibi aradıkça, değerli şeyler de bulunabiliyor.

Takibe alıp karşılıklı belli münasebetten sonra,  duygusal bir tweet ertesi sessizce  UNFollow edenler var bir de...
Halbuki hep duygu, iman, erdem, farkındalık tweeti atıyorlar.
Neredeyse hepsi Mevlanakolik, hepsi bir Yunus!
"Aştım oğlum ben bu mevzuları!"  tipleri de var...
"Her şeyi yalnız ben bilirimciler"  ise  Twitter'da da baskın kalabalık güruh.

Galiba,  terk etme  konusunda başkalarından önce davranmayı becerebilmek gerek. Yoksa dünümde müsamaha ve sabır gösterdiğim hiçbir şey yok ki bugünümde canımı acıtmasın.

Velhasıl iletişim açısından gittikçe değersiz bir zemin gibi görünmeye başladı Twitter bana.  Kendimizi kandırıyoruz; ünlü/aktivist/propagandist/gazeteci/reklamcı/siyasetçi/orospu (ruhlu) değilsen,  burası anlamsız ve/veya faydasız.

Demek ki bazı insanların yıldızı düşük oluyor. Hımmm!
......Öyleyse:   Olmuyorsa zorlamayacaksın!




7 Şubat 2013 Perşembe

CHP 2013  (zaman tüneli)



"Anadilde eğitime karşıyım.. Ama Diyarbakırlıya isterse Kürt derim,  ne olacak ki?"

Kemal KILIÇDAROĞLU  (Ocak 2011)




Mecliste "Anadilde Savunma Hakkı" ile ilgili kanun tasarısının görüşülmesi sırasında:

"(...) Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz."
Birgül Ayman GÜLER  (Ocak 2013)



-----
Bir zamanlar yeterince boş zamanım, ilgim ve azmim varmış ki   oturup CHP üzerine şöyle denemeler yazmışım:

31 Ocak 2013 Perşembe

Atanamayan Öğretmenler


Türkiye gündeminde öyle bazı konular vardır ki,  televizyon gazete gibi basın-yayın araçlarını takip etmeyip Gündem'den ısrarla kaçmaya çalışsan bile;  illa gelir bir yerde seni sobeler:  "Kaçamazsın!"

Kurban psikolojisi ile bıkkınlığı el ele insana yaşatan kişi ve konulardan bahsediyorum. Son yıllarda bu "yapışkan, ölümcül" başlıklar arasına  ATANAMAYAN ÖĞRETMENLER  de eklendi.


Kabus gibi! Adeta her yerden atanamayan öğretmenler fırlıyor! (Zombiler)
Protestolar, yürüyüşler, gösteriler, tepkiler...  Sosyal medya üzerinde de özellikle gazeteciler ve bakanlar çember altında.  Ülkede ve Dünyada her ne olursa olsun,  talepleri hep aynı:  "Atanamayan öğretmenler atansın!" "Sesimizi duyurmamıza yardım edin!!",  "Koşulsuz atama!"...

90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde belki de hiçbir alanda eşi benzeri görülmemiş bir lobi faaliyetini, kadrosuz ÖĞRETMENLERİMİZ yürütüyor bugün.  Eğitim, modern eğitimin sorunları, Türk eğitim sistemi gibi alanlarda yoğunlaşan biri olarak; bu konuyu biraz daha genişleterek sanki bir kolaj çalışması gibi not alıcam burada.   (Kendime Notlar, İsteyen bakabilir)

Önce Twitter'dan birkaç alıntı:
Öğretmen atamaları meselesinden gına geldi artık. Atanamayan öğretmenler bu ülkenin tek sorunu olarak kendilerini görüyor  (@meryemgayberi)

Bu atanamayan öğretmenler kendilerini tıp fakültesi mezunu falan sanıyor galiba  (@myelinatedaxon)

Atanamayan ogretmenlerin yaptigi lobiyi Filistinliler yapmis olsa 1967 sinirlarini birakin, Abdulhamit mezarindan kalkip gelirdi.   (Ceren Kenar)


"Atanamayan işsiz öğretmenler" sorununa parmak basmak ve seslerini duyurabilmelerine yardımcı olması için kendisinden destek istenen  Hilal Cebeci'den samimi mizah.

  1. Yurt hayatımdan bilirim. En yan-gel yat bölümlerimizden biri Eğitim Fakülteleridir. Ve ne hikmetse, en çok "Atanamıyoruz, İşsiziz!!"  diye ağlananlar da bunlar.
  2. İngilizce konuşamayan Gazili İngilizce öğretmeni mi istersiniz, yoksa "Dört işlemde öncelik çarpma-bölmede miydi?" diye soran Matematikçi mi? (Bu "dört işlemde öncelik" sorusunu soran,  KPSS'ye hazırlanan Başkent Üni.li  mezun ve diplomalı bir Matematik öğretmeni.)
    Türkçe konuşamamasına rağmen ve basit bir kompozisyonu bile tek başına yazamazken, takdirname gibi onore edici bir belgeyle mezun olan Türkçe öğretmenlerimiz var bir de, atama bekliyorlar şimdi.
  3. Ankara'da mühendisler ve tıplılar olarak biz kütüphanede sabahlarken; öğretmen adayları Dizi, Evlilik programları, Yemekteyiz, Pazar Keyfi tadında mezun.
  4. Ve sanki memlekette işsizlik bir tek öğremenlikte var! Bu kadar boş ve istikrarlı bir lobicilik için de ancak Eğitim Fak.lı olmak gerekirdi gerçi.
  5. Slogan değil, gerçek. Eğitim fakülteli bir sürü tanıdığım var. Çoğu boş, bomboş... Yata yata okulu bitiriyorlar. Bu bölümlere verilen burslara yazık!


Bunları dile getirince bana tepki verenlere cevabım, sorularım ve tavsiyem:
  • Lütfen sizler benim gibi "ucuz" olmayın ve yan gelip yatarak kendi alanında bile pek bir şey bilmeyen bu hocalara çocuklarınızı emanet ederek huzur içinde olun.
  • 1 kez olsun kendinize sorun: Eğitim Fakülteleri'nin ne ayrıcalığı var?
  • Belli ki çoğu alanda olduğu gibi, Eğitim Fakültelerine bağlı haddinden fazla bölüm açılmış üniversitelerde. Çok fazla kontenjan ve çok sayıda mezun olması sebebiyle, her isteyen devlette kadro bulamıyor.  Aynı diğer pek çok meslek alanında olduğu gibi...
  • Öyleyse şu bakış açısının anlamı nedir:
    "Bir sürü insan işsiz ama sorun yok, yeter ki amman şu Eğitim Fak.lılar zırlamasın!
  • Siz iş arayan mühendislerin, öğretmenler gibi "İşsiziz!" diye ağlandığını gördünüz mü?  Ağustos böcekleriyse hep zırıldanır.
  • Ben bunları söyleyince,  Mars'tan bağlandığından şüphe ettiğim biri şöyle demişti bir tartışmada:  "Çünkü mühendis azlığı var Tr.de!"

    ....Asgari ücreti kabul etmesine rağmen işi olmayan mühendisler ülkesi burası. Hangi boyuttaysanız biraz da gerçek Dünya'yı görseniz? Özel sektörde/Sanayide çoğu mühendisin maaşı, saygıdeğer kadrolu öğretmenlerimizin burun kıvıracağı seviyelerde üstelik. İlave olarak çok daha uzun saatler çalışıp, senede genellikle 2 haftayı aşmayan tatil hakkına sahiptirler.
    Doktorlar, Eczacılar gibi meslek gruplarının sorunlarına ise hiç girmeyeyim bile!  Başlayınca bitmiyor çünkü.
  • "1 yılım Formasyon için gitti,  devlet bunun gereğini yapmalı!"
    diye isyanları oynayan biçare öğretmene bu sözüm:

    .........."Vah vah! Araştırın bakalım ODTÜ'den, Hacettepe'den, İTÜ'den 4 senede mezun olabilen kaç mühendislik öğrencisi var? Tıp fakültesi mezunları "Tıpta Uzmanlaşma Sınavı'na (TUS)" girer mesela,  o kadar yıllık eğitimden sonra başarılı olmak için deli gibi çalışarak...  Hiç duymuş muydunuz bunları?"

Türkiye'de hava atmak, gerçek başarıdan daha önemlidir. Yalan ve sahtekarlık ile saygınlık kazanılan bir ülkede, evet bu sözler saygısızlık gibi oldu.  Sonuçta her meslek gibi öğretmenler arasında da iyi örnekler vardır ve hep olacak. Ortalamadan ve çoğunluktan bahsediyorum ben burada. Eğitim fakültelerinde eğitim berbat. Öğretmenlik mesleği ve sabrına uygun olmayan,  ahlaken zayıf,  ama doğru dürüst bir puan alıp iyi bir bölüme de girememiş çoğu gerizekalının yata yata diploma aldığı ve sonrasında hayatında belki de ilk kez ciddi bir tempoyla çalışarak KPSS'ye hazırlandığı, yeterli puanı alamayınca (ki bazı branşlar için gerçekten yüksek bir puanı tutturmak gerekli) veya kadro açılmayınca zırlanan vasatların adresidir:  ATANAMAYAN ÖĞRETMENLER!



@FurkanKatkak: Yirmi sene ogrenciydim, memlekette amele bile olamayan baltalar ogretmen oluyor.  Sittirin!
@tulay_demirci: "Size insan olmayi ogreticem" diyen ogretmenden korkarim. Bunu diyen insan ancak kibirli olmayi ogretebilir.

-Twitter'da denk geldiğim bir diyalog-
Fırat Erez: Gına geldi bu fazladan bir formasyon dersi almışların atanamayan öğretmen saçmalıklarından. Sen öğretmen değil üniversite mezunusun,  o kadar.
Av. Ebru Ekşioğlu: Devlet onlara "Formasyon alırsanız öğretmen olabilirsiniz"  taahhüdünü vermişti. Bu taahhüdün ifasını istemek en doğal hakları.
F.E.:  Biliyorum ama yılların birikiminin ve önceki iktidarların yükünün bu günküne yüklenerek çözümünü talep etmek ne kadar makul?
Av.E.E.: Her iktidar, vatandaşına karşı, hukuktaki "Kazanılmış hak" kavramı ile bağlıdır.
F.E.:  Evet ama her halkın de facto talebi de ülke kaynaklarının adil ve makul kullanımını devletten beklemektir.


PARA VEREN AKIL VERİR. Devlet ekmek kapısı ise, kimse kusura bakmasın demokrasi gelişemez. Padişahlık-Otoriterlik de bitmez. İşçisi, memuru, müteahhiti her kesim devletten geçinirse, demokrasi başka bahara... Belki de rüya,  yok yok serap!

‏@NToydemr: Üniversite gibi en özgür eğitim kurumlarını bitirenler  ne kadar da çok memur olmak istiyor?  (#Çelişki?)


"Milli eğitim nedir?"  üzerine bir karikatür. "Ideological apparatus of the state!"

@cravanart: Her bürokratik istihdam alanında olduğu gibi eğitim alanı da bir "çiftlik",  üstelik ideolojik kadrolaşmanın en sağlam yapılacağı yerlerden.


Doğruluk payını bilmiyorum ama, hayretler içerisinde şöyle bir habere denk geldim nette:
"Öğretmen yemini,  stajyerlikten çıkan her öğretmene ettiriliyor."
.........CHP'nin,  öğretmen atamalarını iktidara gelirlerse birinci vaat olarak vermesi boşuna değil yani.  (Böyle yüksek yeminleri, kalabalık içinde bir bir söylerken/dinlerken bu kadar sakin durmayı ben hiç başaramadım.  #İtiraf)


Yanda bir öğretmen adayının pankartını görüyorsunuz:
"Atanalım ki  Evlenelim."
(Bir konu da evliliğe bağlanmasaydı şaşardım zaten.)

Ocak 2013 gündeminden sıcak bir haber:  Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Gaziantep Nizip'te katıldığı bir açılış töreninde bir öğretmen, "Şubat'ta atama bekliyoruz" deyince Başbakan "Kusura bakmayın, ne söylediysek o olur. Başkası olmaz" yanıtını verdi. Bu lafın üzerine "Size oy yok!" diyen kişiye, "O oy senin olsun.  Al onu kendine sakla!"  (Video)  dedi.   (#Kibir?)

RTE'nin atanamayan öğretmenler için söylediği  'Oyun senin olsun' sözünü, 'Sorunlarınızı çözeceğiz' eyyamına bin kez tercih ederim.   (@icmihraklar)

'Devletten geçinmeli' statüsü verilmiyor diye oy vermeyeceğini söyleyen #ÖğretmenÇırağı; o maaşı devletten geçinmeyenlerin vergilerinden alacak.   (@hakk64)

Yoksulluk sınırı 3266 TL ise neden ayda 2500 TL maaşla "devlete kapağı atana" şanslı, torpilli falan diyorlar? İnsanımızın ikiyüzlülüğü bu işte: Aynı rakam işimize geldiğinde "torpilli piçin ballı maaşı"dır, işimize geldiğinde yoksulluk sınırı.   (@resatcalislar)


Tebaa kültürünü aşamamış halklarda  "Devlet = Statüko+Güç".
Devlet, sorgulanamayan Tanrısal onurlandırılma biçimi. Türkler buna tapıyor.  Ve  "Devlet bizi beslesin, atasın"  vs.

Ek olarak,  okullarda tek tip üniforma zorunluluğunun kaldırılması ve serbest kıyafetle eğitim gündemde. Karşı çıkanlar, hatta önlükle protesto yürüyüşü düzenleyenler dahi oldu  :)


16 Ocak 2013 Çarşamba

 Life of Pi  /  Pi'nin Yaşamı


Cumartesi günü full dolu büyük bir sinema salonunda en arka koltukta, üç boyutlu (3D) olarak izlediğimiz filmdi. Salona girerken bize verilen gözlüklerin camları o kadar kirliydi ki, zaten normalde de gözlük takan biri olarak o buğulu camlarda önümü görmem oldukça zorlaştığından, film başlayana dek bulduğumuz mendillerle temizlik yapmak durumunda kaldık.

Life of Pi, etkileyici görselleri olan fantastik bir macera filmi. Yann Martel adlı yazarın 2001 yılında basımı yapılmış aynı isimli romanından uyarlanmış sinemaya. Kitabın Man Booker Roman Ödülü aldığını da söyleyeyim.

İman  ve  inanç,  eserin kurgusunda önemli bir yere sahip.
"Şimdi elimizde iki hikaye var:  Birincisi izlediğimiz hikaye. Pi'ın kaplanla beraber yaşadığı maceralar, büyülü ada ve orada yaşadığı mucize... Tanrının Pi'ın sesini duyması ve onu kurtarması.
İkincisi ise Japonlara anlattığı, güya yalan olan hikaye. İnsanların birbirini yediği, öldürdüğü... Kötülüğün ve pisliğin doruklarında yaşandığı hikaye. Aynı Pi'ın babasının inançsız olmasına sebep olan olaydaki gibi, Tanrının tüm bunlar olurken kullarının sesini duymaması.

Yazarı Tanrıya inandırma iddiasıyla ortaya çıkan, ama yetişkin Pi'ın "Ben hikayemi anlatayım, sen istediğine inan" diyerek başladığı hikaye çok harika bir yere bağlanıyor."
(bugunku antremanda goz dolduran futbolcu.  #31710870, Ek$i Sözlük)


(Salondaki huysuzluk yapan 4-5 yaşlarındaki bir çocuk yüzünden, ikinci yarıda filmle olan alakam büyük ölçüde zedelendi maalesef.  Bazı ana-babalar gerçekten ne kadar rahat?!)

   Sinema'dan  söz açılmışken,   son yıllarda beni en çok etkileyen  film  CLOUD ATLAS  oldu.


İyi seyirler!

8 Ocak 2013 Salı

  EVLİLİK   (Çelik-Çeliknaz Birlikteliği)


Bir Bakanımız, "EV'lilik ve Aile kurumu" güzellemeleri yapmış gene...

Evlendirerek aile kurumuna katkı!  Hem de Çelik-Çeliknaz üzerinden?  (Akıl-Fikir)



Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı  (ASPB)  Fatma Şahin,  Twitter'da şöyle yazdı:
Aile kurumuna verdikleri değerle ödül alanlar: Arçelik'in evlenen reklam kahramanları Çelik-Çeliknazlı kampanyası.


(Aile bağlarına verilen değerin, sürekli EV'lendirilerek artırıldığı bir ülke!  Yeter artık bu kurum bu kadar evliliği kaldıramıyor  anlasanıza!
Sanki kültürümüzün bu konuda bir eksiği varmış gibi; bir de ekranlar üzerinden "Evlilik furyası" canlı tutuluyor.)

"Mensubu olduğumuz toplumda en güçlü kurum aile'dir"
gibi bir sözü vardı Hakkı DEVRİM'in. "Siyaset, Merkez Bankası, ekonomi, silahlı kuvvetler filan değil  Türkiye'nin temeli Aile'dir."


Bu arada Bakanlardan söz açılmışken,
Kültür ve Turizm Bakanı  Ertuğrul Günay,   Brad Pitt'in başrolünü oynadığı
Killing Them Softly  için  "O filmi görmeyin!"  demiş.
"Filmden çıkmayı bile düşündüm. İğrenç, iğrenç! Bu kadar yüz kızartıcı diyaloğu hayatımda duymadım. İnsan eşiyle film seyrederken rahatsız olabilir mi?  Ben oldum. Bu sanat değil."

Doğrusu benim de iğrenerek sinema salonundan çıkmak istediğim bazı örnekler olmadı değil. Yine de... "Eşinle film izlerken rahatsız olduysan, en kısa zamandan boşanın derim.  Ona değil evlilik, arkadaşlık bile denmez."  (@eraysecginli)


Can sıkıntısından bir ara Evlilik üzerine bazı Sorular sormuştum:
  1. Erkekler neden baba olur ve neden eşleri hamileyken başka kadınları taciz eder/onları hamile bırakır?

  2. Bunlar açığa çıkınca annenin, ailenin ve asıl çocuğun hali ne olur?  Bu mevzu bir sürü edebi eserin demirbaş konusudur ve asla zamanla değişmez.

  3. Adeta "Hayatın amacı"na dönüşmüş Evlilik goygoycusu kültürümüz, "Doğru Eş Seçimi" üzerinde neden çok az kelâm eder acaba?


"Biz Çiftleşme ve Üremenin kadın ve erkek olmaya yettiğini düşünüyoruz. Aynı eve tıkılmanın da yuva kurmak olduğunu."

(Markar Esayan.   'Alfa erkeği ve biz...'
21 Ekim 2012, Taraf)


...........
Sevgi ve Saygının ne olmadığını çoğu zaman anne-babalarımızdan öğreniyoruz.  Evlilik ve Aile,  sanki bir hayal kırıklığı jeneratörü.




"Anne Baba Çocuk ve Uzaktan kumandadan oluşuyor artık çekirdek aile!"


Şu masallardaki padişahları da anlamadım. Adam kızını vercek sınav yapıyor. Sanki ÖSYM'sin amk.

"Bana kendinizden bahseder misiniz?" evlilik programı baş soru cümlesi. Cevaplardan bi şey çıkmıyoo sanki!

Orta sınıf bir ailenin düğüne harcadığı parayla, evlenen çiftin belki 5 yıl kesintisiz havyar sushi vb. şeklinde beslenmesi sağlanabilir.




"Evlilik nedir?" üzerine sürreal bir yaklaşım galiba yandaki foto   :)

Neyse... En iyisi yazının başındaki Bakanımızın yaptığı gibi, Çelik ve Çeliknaz çiftine bir ömür boyu mutluluklar dilemek galiba..   Hayırlısıyla inşallah 3 tane Çelikcan'a da hayat verirlerse, Gönüllerdeki Aile Kurumu Jüri Özel Ödülü kesin onların!
    (bkz: "En az üç çocuk doğurun!")


2 Ocak 2013 Çarşamba

 Uydurma haber değil,  "Hepsi Gerçek!"-2



.....Zaytung  bile bunu düşünemezdi!  --->

"Mizah dergisi kapağı beğenen 6 kamu görevlisine soruşturma!"


Mizah dergileri Penguen, Leman, Gırgır'ın kapaklarını sosyal paylaşım sitelerinde beğenen ve paylaşan altı çalışan hakkında Ankara Defterdarlığı'nda soruşturma başlatıldı.

Soruşturma sebebi:
"Devlet büyüklerine hakaret ve Başbakanı küçük düşürmek!"



... Yandaki resimde imana gelmiş The Simpsons  çiftini görüyorsunuz.
Onlar çok mutlu, zira Hak'kın hikmetli değneği onlara dokundu da neyseki batıl yoldan geç de olsa döndüler.

Hatırlarsanız RTÜK, bir süredir CNBC–e'de yayınlanan çizgi dizi The Simpsons'a 52 bin 951 Lira para cezası kesmişti.  Gerekçesi:
"Dizi dini duygulara hakaret ediyor!"

....Radyo Televizyon Üst Kurulu  denetçisine göre:
"Çizgi filmdeki karakterlerden biri (Homer Simpson), bir diğerinin (Ned Flanders)  dini inancını kullanarak onu şiddete yöneltiyor. Tanrı'nın olmadığına ilişkin sözler söyleniyor. Tanrı Şeytan'a kahve ikram ederek şeytanın emrindeymiş gibi gösteriliyor. Noel'in alkolizm için iyi bir fırsat olduğu ifade edilerek alkolü özendirici yayın yapılıyor..."



Okul kitaplarında şiirleri sansürlenen Yunus Emre ve Kaygusuz Abdal'ın ardından, Amerikalı Nobel ödüllü yazar John Steinbeck'in çok meşhur "Of Mice and Men/Fareler ve İnsanlar"  kitabı için de sansür teklifi geldi (İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Kitapları İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından.) Gerekçe:  Gayri ahlaki!

.... Hatırlarsanız bir önceki "Hepsi Gerçek!" başlığında "Diyanet'in mizah ile imtihanı" yorumunu yaptığım bir haber vardı (bakınız). O kafanın mizah ile sorunu, pek çok uydurma, yalan Zaytung haberini gerçek yapacak gibi gözüküyor.



Serinin diğer yazıları: