1 Haziran 2012 Cuma

 "Durmak yok,  yola devam!"


Küçük bir çocukken babamın tembih sözüydü bu.
Ne zaman kalabalıkların arasına, özellikle de şehir stadyumuna gidecek olsak bu tavsiyeyi işitirdim.


Babam öğretmendi ve çalıştığı okulun müdür yardımcısı. Milli bayramlarda malum şehir stadına gidiliyor gösteriler için. Bazen beni de götürürdü yanında.  Veya kalabalık pazarlara beraber giderdik.
Yola çıkmadan önce en güzel elbiseler giydirilir,  özenle saçlar taranır;  hava soğuksa yine üşütüp hasta olmamam için sıkı sıkı giydirilirdim.
Her defasında henüz yolun başında iken elimden tutar ve şöyle derdi: "Elimi sakın bırakma, tamam mı?  Ama kaybolursan da  sakın üzülme.
Hep dümdüz gidersen  başladığın yere geri dönersin."

Bunu o kadar net ve duru bir ifade ile söylerdi ki, anaokul bebesi bile olmadığım o yıllarda ne demek istediğini anlayamaz, bocalardım. Nerden bilebilirdim babamın "Dünya yuvarlıktır" demekte olduğunu bu sözleriyle?  Ben de ayet ezberler gibi  içimden tekrar eder dururdum:
"Babamın yanından hiç ayrılmiycam. Ama kaybolursam da hep düz gidicem."


Babamı hiç kaybetmedim. Yanından hiç ayrılmadım ve hiç kaybolmadım. Ama bugün aradan yıllar geçtikten sonra Şimdi'den geriye dönüp bakınca yaşadıklarıma,  yenilgilerime,  buhranlarıma...
Anladığımda aslında ne kadar çok yanlış yaptığımı, ne kadar gerzekçe davrandığımı ve  zamanı ne kadar harcadığımı...

... Ortada kocaman bir  "hayal kırıklığı!"   Ve aşılmaz yalnızlık buzulları...

Halbuki yapmam gereken şey belliymiş, henüz yolumun başında bana iletilmiş.
Keşke diyorum bugün;  aynı tavsiyeyi,  bunalımlı-bol firarlı-zor yıllarımda da aklımdan çıkarmasaymışım. Keşke aklımın bir ucuna zımbalasaymışım.  O kadar ki  hiç çıkmamacasına!

Bense -neredeyse her zaman olduğu gibi- hep başkalarını suçlamayı seçmişim, şansıma küfretmişim ve bu karanlıkta kendi labirentimde kaybolmuşum. Hem de yüzüp yüzüp kuyruğuna gelinen anda, parmaklarımın ucundayken kaybedip en tepelerdeki kulelerden düşercesine!

Oysa yapmam gereken tek şey "hiç durmamak ve her koşulda mücadeleye devam etmek"  imiş.
Zaten durdukça zemin kaygan,  sen batar...  (Malum,  insan topraktan)
Bu doğa olayının adı da:  Depresyon.




"Depresyon:  Acı çekme sanatı.
İçinden geçerken duraladıkça battığın...
Hem bir bataklık  hem bir dehliz.
Üstelik sen tam içinden geçerken çevrende "depresyonda olduğunu" söyleyen,  ama sadece kendi bencilliklerinin ağırlığı altındaki pek çok insanı göreceksin. Onlar daha da enerjini sömürecek.  Her birine lanet edeceksin.
Eğer denediğin yöntemlerin hiçbiri işe yaramıyor ve ümidin azalıyorsa şuna yoğunlaş:  Durmak yok, yola devam!
(can ile canan  -  06.12.2010,  Ek$i Sözlük)


"Hayal Kırıklığı: Değer verilenin, umut bağlanılanın gözlerinizin önünde  buz parçası gibi erimeye başlaması.
...
Önce kabullenmek istemezsin gördüklerini, kılıflar bulmaya başlarsın. Kendiliğinden gelişir bir süre, sen dindi/dondu sanırsın.
Sonra şöyle bir silkinip erimek üzere olan her ne varsa can havliyle toplayıp buzdolabına kaldırmayı akıl edersin. "Her şey yoluna girecek" dersin içindeki sana... Ama bir kere çaresizliğinin farkındalığına varmışsan, hamlelerini otomatik olarak boşa çıkartır hayal kırıklığı. Bir süre geri dursan, hatta nice iç telkinler geliştirmiş olsan, zaman bu çöküş işlemini mükemmel bir öğütücü gibi adım adım gerçekleştirmeye başlamıştır bile.

Herşeyden sonra (her ne ise artık "o")  "ona" ait olan şeyleri düşündüğünde, artık kendine itiraf edebildiğin gerçek bir hayal kırıklığın kalmıştır. Her esaslı hayal kırıklığı aslında bir insan hikayesidir. Kendine sarılmayı öğretir. Besleyip büyütmesen de hep içindedir. Zamanla kırılan/dağılan parçalarını toparlamayı başaramazsan geriye nefretini bırakır.       (can ile canan  -  08.10.2009,  Ek$i Sözlük)



Hiç yorum yok: