2 Ocak 2011 Pazar

 Gündem  Aralık 2010-2

(2010'un son günlerine dair birkaç notu düşmeden edemedim.)



18 Aralık 2010 Cumartesi - CHP 15. Olağanüstü Kurultayı gerçekleşti.
Ayrıntıları için bkz:  CHP'deki 2010 model değişim -devam




17 Aralık 2010 - Genelkurmay Duyurusu
TSK resmi internet sitesinin (bkz1, duyuru siteden kaldırılmış) yanı sıra Twitter'dan da yapılan bir basın açıklaması (bkz2) ile, Genelkurmay Başkanlığı nezdinde Türk Silahlı Kuvvetleri, bazı güncel olaylar hakkındaki tepkisini internet üzerinden dile getirme/muhtıralama alışkanlığına devam etti. Askeriyenin siyasete karışmaktan asla vazgeçmeyeceği ve bu Osmanlı geleneğinin halen yürürlükte olduğu bir kez daha kamuoyuna ve ilgililere hatırlatıldı.

Bu blogda Gündem haberlerinin iletilmesi aşamasında objektif olmaya özen gösteriyorum genellikle. Arzu edersem eğer, kişisel yorumlarımı parantez içlerinde veya haberin sonuna eklerim. Bu kez de öyle yapmak adına ilgili açıklama metnini dikkatle okumayı denedim, hatta birkaç kez denedim. Ancak maalesef metinden pek bir şey anlaşılmıyor, çünkü daha ilk maddede anlam kaymaları ve belirgin  Türkçe  hatalar var.
"Türkçe'nin önemi ve resmi dil olarak tekliği" noktasına sivri bir tonla dikkat çekilen ilgili yazıda,  T.C. Anayasası'nın  3. maddesine de atıf yapılmış:
"Türkiye devleti,  ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.  Dili Türkçedir."

Türkçe'nin öneminden bahsedilen bir metinde, Türkçe dil bilgisi kurallarının daha en başta ihlâl edilmesi de ayrı bir milliyetçilik kulvarı açmak olmuş doğrusu.  İki dil tartışmalarına cevap niteliğindeki 5 maddelik açıklamanın son maddesinde, TSK'nın ülkedeki bir takım tartışmalara "taraf olduğu" da özenle not düşülmüş. (Bu gerçeği belki bilmeyenler vardı, böylece öğrenmiş oldular.)

Evvelsi gün namaz Kur'an, dün solculuk, bu sabah Kürtlük-Türklük, sonra başörtüsü, ve şimdi de anadil... Bu konularda herşeyin en doğrusunu Genelkurmay mı biliyor? Niye? Onlar çoban, yüce Türk Milleti davar mıdır? Ülkenin yararına-zararına olanın ne olduğunu yüce Türk milletinin bağrından çıkmış bunca bilim adamı,  siyasetçi,  yazar-çizer bilmeyecek;
13 yaşında girdiği  askerî okul-askerî birlik-askerî lojman çemberinde ömrü geçmiş, toplumla ve "normal" insanlarla bağı kalmamış,  meslekî deformasyon kurbanı birtakım adamlar bilecek öyle mi?
Herşeyin en doğrusunu herkesten iyi bilen bu askerler, siyasetçilerin asker karşısında gıklarını bile çıkaramadıkları yıllarda 200 kişilik bir terörist grubundan  -on binlercesini de öldürdükleri halde-  nasıl sayısı bir ara 15-20 bine kadar çıkan bir gerilla grubu "yaratmayı" başardılar öyleyse?  Kendi aslî işlerinde başarısız olmalarının ödülü olarak mı görüyorlar her salataya maydanoz olmayı?  Diyelim bütün siviller hain ya da hainliğe eğilimli ise bunun böyle olup olmadığına NATO'ya bağlı bir ordunun karar vermesi tuhaf olmayacak mı?  NATO da mı Orta Asya'dan geldi aq?
(mehmet ordekci  -  17.12.2010, Ek$i)

Berbat bir Türkçe ile yazılmış olması bir yana  Genelkurmay'ın böylesi açıklamaları Osmanlı usûlü siyasetin devamıdır. O halde Cumhuriyet niçin kurulmuştur?  Asker böyle kafasına göre vazifesi olmayan konularda konuşacaksa yıkılsın bu Cumhuriyet, saltanat geri gelsin?  Bu bildirinin Türkçesi şudur: Bu ülkede Kemalizm saltanat düşmanlığı değil,  saltanat sevdasıdır.  Bu bildiri ile orgazm olanların "Padişahım çok yaşa" sloganına kızmaları,  Kapıkulu zihniyetine itiraz etmeleri ironik olduğu kadar ahlaksızcadır.  Kürtçe düşmanlığı Kürt düşmanlığıdır.  Kürtleri reşit olmayan, hakları olmayan bir kalabalık olarak görenlerin tarihe nasıl geçeceğini görmek için uzun yıllar beklemeyecek olmamız tek tesellimiz.
(itaatsiz  -  17.12.2010,  Ek$i)



AYİM
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM),  Ağustos YAŞ kararları ile açığa alınan üç generalin terfisine karar verdi.
(Hukuk,  "Aldım-verdim/Ben seni yendim"  kıskacına sıkışmış durumda.)




Roni  Margulies'e  saldırı                          
Çanakkale İHD'nin (İnsan Hakları Derneği) konuğu olan şair-yazar Roni Margulies bir grubun saldırısına uğradı.
"Çok kültürlülük perspektifinde barışın dilini kurmak" üzerine konuşulacak bir panelde yumurta ve boyalı torbaların hedefi olarak,  barışın  bu topraklar ve bu milliyetçi kültürde öyle pek de kolay bir şey olmadığını, (sözde) sol da olsa sağ da olsa,  kafa yapısının aynı olduğunu bir kez daha göstermiş oldu bu olay.

Bu haber bana geçenlerde değindiğim Naipaul olayındaki bir şeyi de tekrar hatırlattı. O yazımda Murat Belge'den bir alıntı yapmıştım: "Sanatçı iletmek istediğini iletmekte sonsuz özgürse, biz hepimiz de onun ilettiği şeyi eleştirmekte sonsuz özgürüz. Ama bunun 'yaptırım'ı buraya kadar: Eleştirmek."  Ve devamında karşı tepkide "Sınır nereye kadar?" sorusunu açıyordu.  Burada da aynı durum var. Görüşleri yüzünden kıyasıya eleştirilebilir bu adam. Ama yumurta atmak, konuşmasına izin vermemek... Bu adamı politikacı veya Taraf Baş Yazarı imişçesine lince kalkışanlar nasıl bir hezeyanda,  hangi rüyada?
Acaba şu yumurtacı Türkçü Solcular ve Türkçü Komünist takımı Türklüğün, Rejimin, Kurucu İdeolojinin, Kemalizmin, İttihatçılığın teminatı Cumhuriyetin bekçisi Askerlere de yumurta atarlar mı?  :-)
(blueknife  -  31 Aralık 2010, Radikal Online)


Orhan  Miroğlu'na  tehdit                              
Taraf gazetesinin bir başka yazarı;  Kürt meselesi, demokratik özerklik, şiddeti kınayan yazıları, Kürtler ile ilgili görüşleri ve geçmişte yaşadıklarıyla dikkat çeken Orhan Miroğlu, PKK'nın bir kolu tarafından ölümle tehdit edildi. (HPG'nin  internet sitesinden  bir ifade:
"Miroğlu da mortoğlu olur bu toprakların tarihinde!")

Kasım ayında BDP Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in  "Silahlı mücadele miadını doldurdu" sözlerine Abdullah Öcalan'ın tepkisinin ardından  (bkz),  Orhan Miroğlu da benzer düşünceleri nedeniyle PKK tarafından hedef gösterildi.
Hangi tarafta olursa olsun, şiddet ve savaş isteyenler; "barış"tan bahsedenlerden nefret edip derhal susturmaya çalışıyor galiba.




Üniversiteler
Başlayan "Yumurta olayları" ile öyle hızlı bazı gelişmeler yaşanıyor ki takip etmekte zorlanıyorum. Üniversiteler Polis ile dolduruluyor, polise ekstra yetkiler veriliyor... Normalde Jandarma bölgesinde olmasına rağmen, Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü dahi kapılarını polise açınca,  burada nahoş bir iktidar tavrının sergilendiğini görmemek mümkün değil.

Geçenlerde  Radikal'de  şöyle bir haber vardı:   Noel Baba'yı bıçakladılar
"Yılbaşı kutlamalarına karşı olduklarını söyleyen Anadolu Gençlik Derneği'ne üye bir grup üniversite öğrencisi, İstanbul Üniversitesi önünde Enam Suresi'nin 162'nci ayetini okuyarak temsili şişme Noel Baba'yı bıçakladı" diyordu haberde.  Ellerinde bıçaklar olan bu insanlara üniversite kapısında hiç bir şey yapmayan Polis, kaç metre öteden yumurta görünce alarma geçiyor. İroniye buyrun.

Polisin dövdüğü öğrencileri  darbe için ortalığı karıştıran haşerat gibi görünce,  12 Eylül'ün paşaları gibi cümleler kuruluyor.
"Madem ülkenizi seviyorsunuz, neden sıkıyönetime karşısınız?" Referandumda hesaplaştığımıza inandırmaya çalıştıkları cunta, işkence ettiği çocukların fotoğrafının altına bunu yazabilecek kadar zalimlikle saflığı birbirine karıştırmıştı.
Bugün de iktidarın memurları sorup duruyor: Madem ülkenizi seviyorsunuz, neden gösteri yapıyorsunuz, madem ülkenizi seviyorsunuz, neden Kuzu'ya yumurta atıyorsunuz?
'Gelişmemiş,  Kemalist,  şiddet kullanan...'
Başbakan dedi ya;  'masum'  değil ki bu gençler.
Gençleri itibarsızlaştırarak, onları potansiyel suçlu ilan edip toplumun gözünden düşürerek yoluna devam edecek anlaşılan AKP ve yandaşlarının demokratik açılımı.
("Madem ülkeni seviyorsun...",  Özgür Mumcu.  13 Aralık 2010, Radikal)



TBMM'den  İnsan  Manzaraları
Sevahir Bayındır:  DTP/BDP Şırnak milletvekili. "Demokratik açılım"ın adı ilk telaffuz edilmeye başlandığı dönemde Habur'daki bir olayda adını duymuştum ilkin. BDP Silopi İlçe Örgütü'nün 4 Haziran 2010'da Habur Sınır Kapısı'nda düzenlediği, operasyonların artık durması ve Polis müdahalelerinin devam etmemesi adına binlere kişinin katıldığı söylenen bir yürüyüşte polisin müdahelesi sonucu yaralanmış ve kalça kemiği kırılmış olan bir milletvekili­­­­. İlk okuduğumda oldukça şaşırmıştım, zira milletvekillerinin dokunulmazlık zırhları malum.  Ancak "kadın ve Kürt" olunca  hepsi yalan oluyor demek ki. İsrail devletinin zulmünü eleştirenler,  acaba Haneen Zoabi (Hanen Zubi) ile Sevahir Bayındır  arasındaki bir benzerliğin farkında değil mi? (Gerçi İsrail güçleri Hanen Zubi'ye şiddet uygulamamıştı bildiğim kadarıyla, dokunulmazlığı vardı.)

16 Aralık'ta TBMM'de yaptığı bir konuşmasına Shakespeare'den "to be or not to be" alıntısı ile başladı Sevahir Bayındır. "Bir rahatsızlık yarattı mı?" diye sordu akabinde. Sonra Kürtçe'sini söyledi aynı sözün:  "hebun an ji nebun".
Sonra da  "olmak ya da olmamak"  dedi.

Meclis tutanaklarına (Tutanak Dergisi) ilgili konuşma şu şekilde geçti: "Bu bölümlerde, hatip tarafından Türkçe olmayan bir dille, birtakım kelimeler ifade edildi."  (bkz)

Yükselen tepkiler üzerine Bayındır'ın cevabı:
"Bana öngördüğü, T.C. devletinin vekiline, kadına, özgürlük isteyene reva gördüğü budur: Koltuk değnekleri. "Kırarız bacağını" derdiniz hep, bu ataerkil bir sözdür.  Kırdınız bacağımı.  Ama yüreğimi,  beynimi  kıramadınız."


Kişisel Görüşüm:
Anaokul yaşındaki çocuklara İngilizce öğretilen bir ülkede yaşıyoruz. Ülkede öyle bir İngilizleşme mevcut ki,  hani İngiliz ordusu ülkeye girse bayraklarla karşılayıp kırmızı halı serecekler var;  "Bizi bu Tayyip'den kurtardınız,  sağ olun var olun!"  diye...  Belki de zamanında bu ülkenin sınırları İngilizler tarafından çizildiğinden,  herkes İngilizce sevdalısı ama Kürtçe konuşmak çirkin, kaka!  Anadilde eğitim hakkı istemekse geri düşünce. Türk Medyası bile bu haberdeki Kürtçe metinleri vermedi,  sadece Kürtçe söylediğini yazmakla yetindi.  Bu noktada gerekli bilgiyi edinmemde Ekşi Sözlük değerli bir kaynak oldu.
Son olarak şunu söylemek isterim ki Kürt meselesini çözemeyip eski ezberleri tekrarlayan siyasi partiler,  partiler mezarlığındaki yerini alır,  aynı daha öncekiler gibi... Ama asıl ülkenin geleceğine yazık olur.  Yazık ki insanımız o derece politize olmuş durumda ki,  mesele yine çoğu alanda olduğu gibi, "Aldım-verdim/Ben seni yendim"  bakış açısıyla değerlendirilmekte.  Önümüzü görmek mümkün değil,  hele ki mağdurluktan mağrurluğa yükselmiş siyasetçilerle...


Bu da tadından yiyemediğim bir  Zaytung  Magazin haberi:
Canlı yayın ihalesinde son nokta!   :)
.

gazeteciler,  gençler,  Zaytung

Hiç yorum yok: