29 Haziran 2010 Salı

(Milliyetçi,  Dinci,  Kemalist şişinmelerden) YORULDUK!

...
Bıktık artık.  Yorulduk, usandık...
Kendimizi anlatmaktan, demokrasicilik oynamaktan, insanlıktan nasibini almamışlara karşı güzel insan olmaya gayret etmekten yorulduk.

Her tarafsız lafımızda, her eleştirel yaklaşımımızda, "yalan habere, kurgu merkezli medyaya hayır!"  deyişimizde;  "Fetocu" olarak  "şakirt" olarak yaftalanmaktan yorulduk.

İslam bu toplumu yatıştırıyor, uyuşturuyor ve bu sayede huzur veriyor dediğimizde "dinci" olmaktan yorulduk. Bizi yaftalayan çevrelerin, halkın zengin-fakir uçurumuna, yok sayılmaya, hor görülmeye; askere gönderdiği oğlunun/kocasının/babasının eve gelen belki içi dolu/belki boş tabutuna kapanıp ağlarken bile İslam'ın huzur verici gölgesinde ve İslam inancına göre "şehit" olduğunu düşünerek acısına tuz bastığını bile görmezden gelmelerini görmekten yorulduk. "Kendi çıkarları ve davaları" söz konusu olunca, şehit cenazelerini adeta miting alanına çevirenleri ve ölülerin üzerinden slogan atanları görmekten yorulduk...

"Eğitim şart!" diyenlere, "Eğitimlilerin hali de ortada!" demekten yorulduk... Murat Belge'nin dediği gibi; "Sistemin okuma-yazma öğrettiklerini, aynı zamanda okumaktan ve düşünmekten nefret edecek şekilde yetiştirdiğine"  işaret etmekten yorulduk...


"Milliyetçi değilim" dediğimizde, vatanını+milletini sevmemekle ve ihanet etmekle damgalanmaktan/yaftalanmaktan yorulduk.
Milliyetçiliği, "vatanını milletini sevmek" olarak tanıyanların boş laflarına maruz kalmaktan yorulduk.
İslam dini hakkındaki görüşlerimizi söylediğimizde, kendi yakın saydıklarımızdan bile gelen tepkiler ve dışlanmışlıktan yorulduk.
"İnsan hakları", "birey", "vicdan", "vicdani ret" deyince; "Dış mihrakların oyununa gelmek"ten yorulduk...
İlkokula yeni başlamış çocuklara  harfleri ve heceleri  öğretir gibi;
"Bak kardeşim,  aslında öyle değil,  böyleyken böyle..."  diye çırpınan iyi niyetli insanların çaresizliklerini ve karşılarındakilerin çirkefliğini görmekten,  bizatihi deneyimlemekten yorulduk.
İnsanlığımızdan,  insan oluşumuzdan yorulduk...

Kimseye yafta yapıştırmadık, kimseyi etiketlemedik; ötekini de anlamaya çalıştık, empati kurduk kendimizce... Ama onların görüşlerinden ayrıldığımız her noktada biz "saygısız" olduk; "kutsal değerlere hakaret etmiş" olduk,  "dünkü çocuk" olduk...
Birinin kutsal değeri din'i, İslâm'ı, şeyhi, hoca efendisi iken;  diğerinin TSK'sı idi kutsal değeri, Kemalizm'i idi.  Bir diğerinin en kutsalı bayrağı idi...  Dogmalar ve putlar denizinde yüzmekten yorulduk...


Bu "vatanını, milletini çok sevenler"...
APO yerinde duruyor, bu kadar kan dökmüş bir adamın mevcudiyetine bile izin verildi. Siz ve sizin büyükleriniz tarafından. Ama bir tek aydınlara katlanamadınız/katlanamıyorsunuz.
Milleti millete kırdıran Talat Paşa'ya da dokunmadınız zamanında... Mazlumun,  "ötekinin" mallarına her daim kurulan üst ekabire de...
Enver paşa gibi, halkı öksüz/yetim bırakan, zaten bir ayağı çukurda Osmanlı'yı bir de kıvrak hareketlerle Dünya savaşında türlü cephelere sokan büyük paşalarımıza da dokunmamıştınız siz. Enver Paşa ki hayalleri ve fantazileri uğruna hem askerden hem de halktan binlerce insanı plansızca kırdıran bir askerî kocaman idi. Yetinmeyip onların adlarını şehirlerin en büyük caddelerine vermemiş miydiniz, siz?

Osmanlı hazinesini tüketen, reformların önünü tıkayan Yeniçerilere, ve sürekli yönetime karışan boktan sistemlerine de laf etmemiştiniz siz. Aynı bugün görevini kötüye kullanan asker paşalara yaptığınız gibi...


Sizin karanlığınızda öldü Sabahattin Ali'ler, Hrant Dink'ler, Ali Kemal'ler, Turan Dursun'lar, Musa Anter'ler... Sürgüne gönderilenler var daha sırada, hepsi akla gelmez. Nazım Hikmet, Ahmet Kaya?... Sistemin tepesindeki isimlerden daha mı tehlikeliydiler bunlar? Kimin malında, kimin canında gözleri vardı? Ne zarar verdiler? Ne yapabilirlerdi zaten? Kendilerince fikirlerini söylediler. Ve bu topraklarda karanlığın, cehaletin, iletişimsizliğin, dinmeyen düşmanlıkların hüküm sürmesini isteyenlerce derhal bertaraf edildiler. (Böyle kurtarılıyor sanırım buralarda vatan millet.)


Tarih mi? Hani tarih kitaplarında sana okutuyorlar ya "Osmanlı'nın çıkardığı büyük insanlar" diye... Piri Reis vatan haini diye öldürülüp cesedi ibreti âlem olsun diye sallandırılmış bir insan; İbni Sina kendini zor kurtarmış;  Mimar Sinan'ı  son anda  Kanuni himayesine almış...
Övündüğün matematikçilerin, ilim insanları dediklerinin çoğu "Allah'ın işine kafa yoruyor" diye ya sürülmüş  ya hapiste can vermiş... Fuzuli fakirlikten kırılıyormuş, gidip yöneticilerden yardım için el açarmış... Hani Genç Osman'a n'olmuş? Ne demiş, ne eylemiş de öyle olmuş? (Şiir gibi oldu burası.)
Sen hala "Avrupa'nın Ortaçağ karanlığı" diyerek masturbasyon yapmaya devam et.  Adam kısmen de olsa yüzleşmiş kendi karanlığı ile, tiksinmiş kendi karanlığından... Sen de onların yayınlarının çevirisini yapıp okutuyorsun okullarda gençliğine "Avrupa'da Ortaçağ karanlığı" diye,  aferin! Kendinse hala daha  "Anlı da tarihim şanlı da tarihim!"  noktasındasın.


Amerika'nın  Irak'a  "demokrasi"  götürmesini  trajikomik bulanlar, sorum size:
Osmanlı senelerce Balkanlara neyi götürmeyi vaat ediyordu peki?
İslâm'ı,  değil mi?
İslâm adına, şehitlik gazıyla toplamıyorlar mıydı Anadolu gencini Balkanlardaki savaşları için? Peki hani savaşarak Avrupa İslâm mı oldu?  Yoksa amaç başka mıydı?  Neden İslâm'ı yaymak adına hiçbir tebliğ faaliyetinde bulunulmadı?  Ne idi, ne oldu?
Bugün Avrupa'daki İslam nüfusu, Halife padişahların Osmanlısı zamanındaki dinmeyen seferlerin sonucu mu, yoksa 20. yüzyılda oralara göç edip çalışmaya giden çoğu fakir Müslümanlar yüzünden mi?  Ama sen boşver bunları!  "Anlı da tarihimiz, şanlı da tarihimiz!" çünkü...

"Ne mutlu Türk olana!" değil de  "Ne mutlu Türküm diyene!" mantığı ile,  Osmanlı'daki "devşirme sistemi" arasında ne fark var?... Kemalizm'in yarattığı büyük değişim dediğin şey bu mu yoksa?

Türk devletleri mi dedin?
Selçuklular'da resmi dil Farsça idi, halkın Türkçe konuşması yasaktı, diye biliyorum ben.  Sultanlar şiir yazıyordu, dili Farsça!
Osmanlı'da Türkler hor görülen halk. Saray ve saray işlerine Türk memur girmesi bile yasak! Harem halka kapalı (yabancı kadınlara açık)...

---
Sistemde şeffaflık olmadıktan sonra,  doğru ilkeler ve ilkesellik olmadıktan sonra,  kural-kaide-kanun tanımazlık sürüp gittikten sonra; A partisi de gelse sonuç hortum, B partisi de gelse sonuç hortum olacağını anlatmaktan ve hep aynı sahneleri izlemekten yorulduk...

Hani zamanında Gülay (Atığ) Aslıtürk'leriniz vardı,  övündüğünüz laik kadın belediyecileriniz... Uğur Dündarlarla filan şişirip duruyordunuz... Belediye kasasından çaldıkları paralarla yurtdışına kaçmışlardı da, meğerse şimdilerde İngiltere'de güzellik merkezi açmışlarmış, hayırlı olsun diyelim.


Yolsuzluğu ve hırsızlığı sadece tespit edip açığa çıkarmakla yetinmeyip, sistemdeki açıkları kapatarak ve hukuk sistemi ile düzenlemeler yaparak önlemek lazım; şeffaflık gerekir,  kayıt gerekir.
Yoksa geriye sadece Kemal Kılıçdaroğlu'nun son dönemde yaptığı gibi "dosya şovları" kalır,  "aynı tas aynı hamam günlerimiz" devam eder,  diye anlatmaktan yorulduk...

Üniversitelerdeki bitmek bilmez ihale yolsuzluklarına kulak tıkayanlardan  ve  YÖK'ün sessizliğinden yorulduk. Ki hiç biri de kör veya cahil değildi. Başta "laikler" varsa;  "İyi çocuklardır" mantığını güdenlerin ikiyüzlülüğünü görmekten yorulduk.
"Amman laiklik olsun da, hukuk nasılsa teferruattır" diyenleri görmekten,  onlarla yan yana yaşadığımızı hatta dip dibe olduğumuzu Ergenekon ile iyice fark etmekten yorulduk.
Laikliğin temel kıstasları işlemedikçe laiklik yalan olur demekten veya amacına ulaş(a)mayacağını anlatmaktan yorulduk.

.
.
Öyle oldu, böyle oldu...  Herkesin kendince yöntemleri var.  Sustuk, çok zaman sustuk... Gördük, görmezden geldik.  Yeri geldi konuştuk biraz, ama kelimelerin eski gücü yoktu artık.

Toplumdaki kadın-erkek ilişkilerine girmiyorum bile...
Belli kodlar yüklenmiş  (galiba doğuştan itibaren)  bu topluma:
Kadın dediğin şöyle olur,  erkek dediğin böyle olur.
Erkekler işlerine geldiği zaman o kodları işleti işletiveriyor.  Elindeki gücü hakça kullanmasını bilmeyen erkek yöneticilerin iki dudağı arasında olmaktan yorulduk...

Tamamen teslim olmuş beyinleri ile,
aslında herkes gücü yettiğine dalıyor bu toplumda...
Herkes,
       piramitte kendi altındakilere  "Bey"  kesiliyor.
(#hiyerarşi ?)      


Normal düzenine es verip, kelimeler ve kökenleri haricinde bir şeyler demişti Sevan Nişanyan bir köşe yazısında. Başlığı Yalan Fırtınası idi, bir göz atmanızı tavsiye ederim. Orda dikkat çekici ve genelde ıskalanmış bir bakış açısı var:


.......... "Koca orgeneral  (Özden Örnek), binlerce sayfalık güncesi ortaya saçıldığında  "Benim değildir"  diyebildi;  yetmedi,  iftira ve tazminat davası açtı. Yalanı ortaya çıkınca genç kuşakların ahlakını koruma adına harakiri yapmayı aklına getirdi mi?  Ne gezer!

Bu nasıl bir ruh halidir? Nasıl bir kurumsal kültürdür? Psikolojik savaşta düşmanı şaşırtmak için hakikati gizlemek gerekir desen o da değil. Burada hayat tarzı haline gelmiş bir şey var, bir ahlak çöküntüsü var. Düşmanı kandıracağım derken kendi kendini kandırmaya başlarsan savaşı kazanmazsın ki,  kaybedersin.
...
Esas mevzu tehdit ve itaat mevzuudur, kuşkunuz olmasın. Ben yalan konuşuyorum,  sen yalan konuştuğumu biliyorsun,  bildiğini de biliyorum, buna rağmen esas duruş gösterip "emret komutanım"ı basacaksın diyor. Vatanımızın en güvenilir kurumu hangisidir diye sorduğumda da hiç es vermeden doğru cevabı bileceksin. Kuşku ifade eden en ufak bir sinyal verirsen potansiyel hainsin demektir.  İçinden başka şey geçiyordur, yarın öbür gün  "yetti gayri"  deyip emrime itaat etmezlik de edebilirsin.

Yalana itaat, itaatin nihai testidir: Turnusol kâğıdıdır. Doğruya itaatin motivasyonundan asla emin olamazsın –belki de adam dürüsttür? Ben "Fransa'nın başkenti Paris" dedim, sen "haklısın komutanım" diye cevap verdin: Bana mı yoksa hakikate mi itaatinden öyle dedin, bilemem. Ama "Fransa'nın başkenti Çemişgezek" dediğimde hâlâ itaat ediyorsan o zaman geriye kuşku kalmaz.

Türk dil ve tarih tezlerini bir de bu açıdan düşünün, bakın nasıl her şey yerli yerine oturuyor.
Adam "kelime" Türkçe değil, "tilcik" diyeceksin diyor  (tilcik: Nurullah Ataç'ın sözcük ifadesi bulunmadan önce kelimeye karşılık teklifi),  Sümerler Türktür diyor,  Kürtler kart kurt eden dağ Türkleridir diyor, Kurtuluş Savaşı'nda İngilizleri denize döktük diyor,  Türkleri zaten Ermeniler kesti diyor... İnsan durduk yerde nasıl bu kadar saçmalar diye düşünmeyin,  hepsini birer itaat testi olarak görün.  Boyun eğen bizdendir;  kuşkulanan haindir.
Bakın o zaman Cumhuriyet tarihimiz nasıl pırıl pırıl aydınlanıyor."


Hiç yorum yok: