25 Ocak 2010 Pazartesi

Gündem  (Aralık 2009-Ocak 2010)-II

.
Bülent Arınç'a  suikast  iddiaları
Aralık ve Ocak ayı gündeminde Bülent Arınç'a yönelik suikast iddiaları, timler, gözaltına alınan subaylar, gözaltına alınırken elindeki belgeleri yutmaya çalışan askeri personel ve benzeri haberler belirgin olarak yoğunlaştı.
Her gün o kadar çok olay, belge, karanlık iddia ortaya çıkıyor ki, bunları düzenli olarak takip etmek artık mümkün değil.

Beri yanda ise demokrasi adına büyük bir mücadele verildiğini söyleyenler var. Şahsi tecrübeme göre, halka yansıyan böyle bir mücadele yok. En azından ben göremiyorum şimdilik diyeyim. Millet artık o kadar pasifize edilmiş durumda ki! Bir yandan 12 Eylül politikalarıyla beyni emilmiş gençlik, diğer yanda globalleşme ve teknolojinin gündelik hayatta neden olduğu dönüşüm, bunlara bir de İslam'daki kadercilik eklenince toplum olarak topluca olan biteni (en fazla) şaşkınlıkla izliyoruz. İzliyoruz ve sanki sürecin dışındaymışız gibi davranıyoruz.


Genelkurmay Başkanlığı,   Başbakan Yardımcısı  Bülent Arınç'ın evinin yakınlarında  Polis tarafından gözaltına alınan subayların  Arınç'ı izledikleri yolundaki iddiaları dört gün sonra yalanladı.  Genelkurmay, iki askerin Arınç'ı değil;  yakında oturan ve bilgi sızdırdığı iddia edilen bir personeli izlemekle görevli olduğunu açıkladı.  Ve -yine- medyada yapılan yayınları eleştirdi.

(Bilgi:  19 Aralık 2009  Cumartesi günü  Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı polislerin,  bir ihbar telefonu üzerine  Cumhuriyet Savcısı'nın talimatıyla  Bülent Arınç'ın evinin bulunduğu semtte gerçekleştirdikleri operasyonda, şüpheli iki araç durdurulmuş;  araçların içinden biri Albay, diğeri Binbaşı iki asker çıkmıştı.  Askerlerin Arınç'ı izledikleri, suikast girişiminde bulunmak için keşif ve dinleme yaptıkları gibi çok sayıda iddianın ortaya çıkmasının ardından haber basında geniş biçimde yer almıştı.)

Olayların merkezindeki  Bülent Arınç  ise  Ihlamur Kasrı'nda  bir basın açıklaması yaptı.  "Karargahtan yapılan açıklamayı olumlu  ancak yetersiz bulduğunu"  belirten Arınç;  muhalefetin tutumu üzerine ise şunları söyledi:

      "Dilin kemiği yok.  Bir defa geçmiş olsun bile demeden  böyle yorumlar yapmalarından utandım.  Bir milletvekili var, buna 'safsatadır' diyor.  Onun tek görevi genel başkanının emriyle Silivri'deki Ergenekon duruşmalarını takip etmek.  Zaman bulduğunda da böyle açıklamalar yapıyor.  Bir diğeri de son zamanlarda dürüstlüğün timsali olarak sunulmak istendi  (-sanırım Kemal Kılıçdaroğlu'nu kast ediyor burada-)  ama son olaylarla  (-Onur Öymen ve Dersim gerginliği-)  makyajının ardındaki yüzü ortaya çıktı."

"Genelkurmay açıklamasını nasıl okudunuz?"  sorusuna,  "Yakın gözlüğümle okudum" cevabını veren Arınç;  "Tedirgin misiniz?" sorusuna ise  "Ailemde tedirginlik oldu.  Zaten bu tür olayların amacı aileyi hedef almaktır" cevabını verdi.



Osman Baydemir'in ağzındaki bakla
Medyadaki açıklamaları ve katıldığı tartışma programlarındaki soğukkanlı tavırları ile dikkat çeken Osman Baydemir; DTP'nin kapatılması ve süregelen DTP belediye başkanlıklarındaki gözaltılara tepki gösterirken yaptığı basın açıklamasında, partililer arasında 'şahin-güvercin' ayrımı yapılması hakkında çok sinirli görünerek şunu söyledi:
     "Bizi ayıranlara hassiktir diyorum."
(Diğer açıklamaları için:  bkz)



Parti kapatma
DTP kapandı. Yerine BDP kuruldu.




Kafes Eylem Planı  ve  Mehmet Baransu
Taraf gazetesi  Kasım 2009'da, çeşitli silah ve patlayıcılar kullanılarak azınlıklara ve Koç Müzesi'ni ziyaret eden öğrencilere yönelik bir dizi saldırı ile AK Parti'nin yıpratılmasını amaçladığı ileri sürülen cunta hakkında ayrıntılı haberler yapmıştı.

(O kadar farklı darbe planları ile karşı karşıyayız ki, bunları takip etmekte zorlanıyorum şahsen. Ne var ki zaman ayırıp incelemeye değer şeyler var.) Mesela Kafes Eylem Planı'nda, "Generallerin özel hayatlarının didik didik edildiği, kullanılmayı reddeden paşaların;  eşleri, kızları ve özel hayatları üzerinden tehdit edildikleri" geçiyor.  (bkz1)  (bkz2)

Bu darbe planları ve darbe ön hazırlıklarına bakınca insanın aklına:  "Kurdun (Türk'ün) en büyük düşmanı yine kurttur (Türk'tür)"  lafı geliyor.  Gücün âşığı ve kölesi olan insanların,  yaşadıkları çevreyi yangın yerine çevirmeleri bu.
(Taraf'ta bu planı haberleştiren Mehmet Baransu hakkında tutuklama isteminde bulunuldu ve kendisi mahkemece serbest bırakıldı. Kafes Eylem Planı,  Poyrazköy kazıları sonrası tutuklanan Emekli Binbaşı Levent Bektaş'ın ofisinde bulunmuştu.)



Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak: "Allah 12 Eylül'ü yapanlardan razı olsun!"

(Kişisel Yorumum: Allah 12 Eylül'ü yapanlardan razı olsun tabii ki. Olmasaydı şimdiki gibi başımızda bir "İmam Hatip" mezunları ordusu, "siyasal İslam" sorunu, "laik bir devlette bu derece dinin siyasete alet edilebilmesi" mümkün olabilir miydi? Üniversiteler evrensel anlamda bu derece yaratıcılıktan uzak tutulabilir miydi?  Sonra bu derece kökleşmiş bir ezberci sistem oluşturulabilir miydi? Mazallah özgürlük bu topluma yaramaz,  ne nice kanlı olaylar olurdu.

Velhasıl Allah YÖK'ten, RTÜK'ten ve bütün bunları kurup gerekli düzeyde denetim uygulayan ve her şeyi siyasete göre şekillendirenlerden razı olsun. Bir de askerle her sorunun çözüleceğini sanan vatandaşlarımızdan ve Kemalistlerden tabii ki... 12 Eylül ve 27 Mayıs'ın vatana millete getirdiği katkılar ne derece büyük olmalı ki, vatandaş hala askerden ümit besliyor, "Darbe olsa da bir kurtulsak!"  diye iç çekiyor.)

Selametle güzel günlere inşallah diyorum.


21 Ocak 2010 Perşembe

GÜNDEM  (Aralık 2009-Ocak 2010)-I

(Daha önce de dediğim gibi,  2009'un Aralık ayı benim için paranla rezil olma ve  Sağlık sorunları ile dolu zamanlardı.  Bu olumsuzlukların diğer tarafındaysa arkadaşlıklar ve sohbetin olumlu etkisini,  danışarak edinilmiş etkili fikirlerle yol almanın avantajlarını yaşadım.  Bu yoğun tempoda ülkenin genel gündemini baya bir ıskaladım,  sıcak takip edemedim.  O kadar çok olayın yaşandığı o kadar hızlı bir aydı ki!  (Zaten Türkiye'de Gündem o kadar hızlı değişiyor  ve o kadar şıpsevdi bir Medya anlayışı var ki!)  Burada ancak kısa başlıklarla aktarmaya çalışıyorum  Aralık ve Ocak ayına dair hatırladıklarımı. Kalanlar daha sonra...)
__________________________________________________________



RTE  ABD'de!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Aralık başında ABD ziyaretinde bulundu. Başbakandan gayrı Dış İşleri ve daha pek çok resmi heyet de ABD yetkilileri ile görüşmeler yaptı.

"Demokratik açılım" denen geçiş dönemi piyesinin oynandığı şu günlerde gerçekleşen bu ziyarete, muhalefet var gücüyle veryansın etti.

(Kişisel bir düşüncem:  A veya B Partisi'nden çok,  siyasetin üslubu önemlidir. Ki bizdeki bu üslubun üslupsuzluğu değişmedikçe, aynı tas aynı hamam günlerimiz devam eder görüşündeyim.)


Ersöz'e ateşli saldırı
Ergenekon soruşturmasının tutuklu sanıklarından emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün tedavi gördüğü hastanede, havaya ateş açan Erhan K. isimli bir şahıs yakalandı.

(Ergenekon Soruşturması da Susurluk Soruşturması'nın zamanında girdiği yola girmiş gözüküyor. Gün geçmiyor ki yeni bir belge-bilgi bulunmasın veya medya tarafından her gün yeni ve karmakarışık bilgiler kamuoyuna boca edilmesin... İntihar edenler, zanlılara saldıranlar, ölü bulunan şüpheliler, cezaevinin ön kapısından girip arka kapısından çıkanlar... Gene bir piyesle karşı karşıyayız muhtemelen.)



Çakıcı'dan  Ergenekon yorumu
Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak ve Türkbank ihalesine fesat karıştırmak suçlarından 4 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan Alaattin Çakıcı, duruşması sırasında söz alarak:  "Temiz eller operasyonu yapılırsa Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Süleyman Demirel de yargılanmalıdır. Ben bir espri yapacağım. Fındık faresinin biri içip kafayı bulunca, 'Kediyi bulup getirin derisini yüzeceğim' demiş. Bazıları devletin zırhını alınca kendisini aslan zanneder;  zırh düşünce fındık faresi olur. Ergenekondakiler yargılanıyorsa onlara emir veren Cumhurbaşkanı, Başbakan da yargılanmalı. Tansu'yu da getirsinler. Onlar Ankara'da ben F tipindeyim"   demiş.


Fehriye Erdal  öldürüldü mü?
Bir istihbarata göre, Sabancı suikastının kilit ismi Fehriye Erdal öldürüldü ve bir Balkan ülkesine gömüldü. Belçika polisinin göz hapsinde olmasına rağmen uzun süredir kayıpmış zaten.

(Sabancı Suikastı:  1996 yılında, Sabancı kardeşlerin en küçüğü Özdemir Sabancı ile ToyotaSa Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreter Nilgün Hasefe silahlı saldırı ile Sabancı Center'da öldürülmüştü. Suikasti Fehriye Erdal, İsmail Akkol ve Mustafa Duyar'ın  terör örgütü  DHKP-C  adına işlediği duyuruldu.

Mustafa Duyar, cezaevinde iken Nuriş kardeşler (Karagümrük Çetesi) tarafından kafası kesilerek öldürüldü. İsmail Akkol ve Fehriye Erdal'ın ise nerede oldukları bilinmiyor. Fehriye Erdal daha önce Belçika'da yargılandığı davada iki yıl hapis cezası almış,  ancak sonradan cezası ertelenmişti.
Konu hakkında Mehmet Altan'ın bir yazısı için:  bkz)



Cevizoğlu'nun  İstifası
Kasım 2009 gündeminde, Hulki Cevizoğlu'nun siyasi düzleme ani çıkışını müjdelemiştim.  (bkz)
Çiçeği burnunda Genel başkan, daha dün bir bugün iki demeden  istifa etti  ve şu açıklamayı yaptı:

"Bir partide bir genel başkan olur. Yasa dışı genel başkanlara tahammülüm yok. Buna Rahşan Ecevit'i kuşatan kişiler neden oldu. Rahşan Hanım da bu konuda daha dirayetli olabilirdi. Bu çift başlılık konusunda iki kez uyarı yaptım,  üçüncüde istifa ettim."

Cevizoğlu'nun 39 gün süren genel başkanlık görevi sonrası bir grup arkadaşıyla partiden istifasının ardından  DSHP Kurucular Kurulu, Rahşan Ecevit'i genel başkanlığa getirmiş.

(Sonuçta  Rahşan Ecevit'in  gölge bir partiyi ne kadar arzuladığı  taa  DSP zamanından,  rahmetli Ecevit'in sağlığından beri belli olan bir durum.  Çok da ayrıntısına girmeye gerek yok, düzenli takip edenler bilir.  Hulki Bey,  Rahşan Hanım'ın bu dile getirilen  ve  bariz şekilde göze batan yaklaşımlarından habersiz olarak yeni parti işine girişmemiş olduğuna göre  -bu kadar okuyan ve sıkı takip eden bir gazeteci-,  şimdi neden bildik beylik sebeple ayrılmış acaba?)



Patrik  ve  Davutoğlu
Patrik Bartholomeos, ABD'de katıldığı bir tv programında, "Kendisinin temel hak ve hürriyetlerinin çiğnendiğini" söylemiş ve muhabirin sorusu üzerine: "Türkiye'de kendini çarmıha gerilmiş gibi hissettiğini" onaylamış. Suni gündem yaratıcısı medyamız da bunu kör gözüm parmağına şeklinde servis etti.

Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu,  bu gelişmeler sonrası:
"Tarihimiz dini tolerans üzerine kurulu"  ve  "Çarmıh benzetmesini son derece talihsiz bir benzetme olarak telakki ediyoruz. Bizim tarihimizde hiçbir zaman çarmıh olmamıştır ve olmayacaktır da. Bu benzetmeyi gerçekten kendisinin olgun şahsiyetiyle bağdaştıramadım"  demiş.

(Aslında üzerinde epey durulacak konular bunlar.  Son birkaç yıldır Hıristiyanlık üzerine de programlar yapan Hulki Cevizoğlu'nu,  ne yapmaya çalıştığı belli olmayan ve zihinleri bulandıran biri olarak görüyorum.  Daha önce de söz verdiğim gibi, zaman bulduğumda Hulki Cevizoğlu üzerine geniş bir şahsi değerlendirme yapmayı,  bir de din ve kimlikler konusundaki resmi tutum hakkında şu olay üzerinden bir yazı yazmayı istiyorum.)



Avatar
Ocak ayında vizyonda olan filmlerden biri...
Gidip sinemada izledim. Beğeneceğini umduğum arkadaşlarıma da tavsiye ettim. Ancak onlar hala daha Cem Yılmaz'ın paket program halinde sunduğu komedi filmleriyle eğleşiyorlar.




Bu dönemin diğer güncel gelişmeleri için bkz:

15 Ocak 2010 Cuma

Kadın  Sürücüler


Yağmurlu bir başkent gününü daha geride bıraktık.
Sabah dışarı çıkarken gene şemsiye taşımak zorunda olmak ve yerlerdeki ıslak su birikintileri, akşamında sizi bir angaryanın beklediğinin ilk habercileri oluyor desem?

Aslında günüm güzel geçti diyebilirim, ancak ben asıl yağmur üzerinde durmak istiyorum şu an.
'Yağmur'u gerçekten seven bir insan dahi olsanız, Türkiye sokaklarında  yağmurdan rahatsız olma ihtimaliniz yüksektir.
Neden mi?
Su birikintileri, kırık kaldırım taşları ve sürücüler önemli etkenler. Ve tabi akşamında temizlenmesi gereken çamurlu pis pantalon paçaları!

Her sene kaldırım taşlarının yenilenmesine rağmen nasıl bu kadar kırık olabiliyor bu kaldırımlar?  Bu da  "burası Türkiye"  dedirten bir başka soru olsa gerek.

Neyse efendim. İşte zaten medeniyetin temelsiz bir şekilde tanımlandığı bu ülkede,  mimarinin de hali ortada.  Çok değil  henüz 5 dakika düşük-orta şiddette bir yağmur yağar yağmaz, yerlerde başlıyor kocaman oluk oluk su birikintileri ile göletler oluşmaya!  Buna bir de büyük kentin trafiği ve şoförleri eklenince ortam iyice şenleniyor.

...
Bana öyle geliyor ki, Ankara iyice köhneleşen bir şehir olmaya başladı. 10-15 sene kadar önce buraya 'memur kenti' denirdi, güvenilir bir yerdi, en azından belli semtleri... Ve düzenli bir şehirdi. Şimdi o kibarlık, kültür, güven azalmış; şehrin az ve öz olan bu artı yanları da törpülenince artık hepten çekilmeyen ve insanı delirten bir şehir olmuş. Memur profili derseniz, çingene gibi insanların fazlalığı göze batıyor. Konuşmaları, hareketleri, tavırları memur gibi değil. Bakanlıkları kırolarla, kültür yoksunlarıyla doldurmuşlar.  (KPSS ile değil herhalde!)

Zaten Ankara'ya bakıp Cumhuriyet'in halini görmek mümkün. Cumhuriyet'in itici gücü memurlar ve öğretmenlerdi biliyorsunuz, şimdiki halleri ise ortada.  Başkentteki artan şehir ve hava kirliliği ile kömür isi sorununa ise hiç değinmiyorum bile, zira benim derdim başka...

Olayım:  Kadın sürücüler.   Evet bu kitle.
Yağmurlu bir başkent gününde görüp deneyimlediğim en maganda sürücüler bayanlardı doğrusu.  (Ve bayıyorlardı.)
Hepsinin saçları boyalıydı, neşeleri yerindeydi ve yağmur onları hiç yavaşlatmıyordu. Yanı sıra pek insan da değildiler. Küçücük bir su birikintisinden  sanki kocaman bir göletmişçesine  nasıl yandan geçen yayaların üzerine bu kadar su fışkırtılır, nasıl kıyafetleri kirletilerek elaleme rezil edilmek suretiyle hava atılır?
Bu alanlarda birbirleriyle yarışıyorlardı.

Velhasıl güç kimin eline geçse onu kirletip bozuyor. Veya zaten hep bozuklardı, bilemiyorum. Tek bildiğim, kadınlar inceliklerini kaybediyor. Veya hiçbir zaman ince değillerdi.