19 Kasım 2009 Perşembe

Gündemdekiler (Kasım 2009)-2


CHP  ve  Onur Öymen
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in, Meclis'te yapılan demokratik açılım toplantıları sırasında, terörle mücadele konusu hakkındaki görüşlerini dile getirirken, geçmişteki Dersim İsyanı'nda uygulanan yöntemi överek yaptığı konuşma dikkat çekici ve üzerinde durulması gereken bir tutum idi.

“Maalesef bu ülkenin anaları çok ağladı. Tarihimiz boyunca çok şehit verdik. Çanakkale Savaşı'nda 200 bin şehidimiz vardı, hepsinin anası ağladı.  Kimse çıkıp  "Bu savaşı bitirelim"  demedi.

Kurtuluş Savaşı'nda,  Şeyh Sait İsyanı'nda, Dersim İsyanı'nda, Kıbrıs'ta analar ağlamadı mı?  Kimse  'Analar ağlamasın,  mücadeleyi durduralım'  dedi mi?”

Bu sözlere ve bu tavra tepki olarak, Tunceli sokaklarına Onur Öymen'in Hitler'e benzetildiği fotoğraflar asılmış. Ayrıca Öymen'in insanlık suçu işlediğini dile getirip istifa etmesini, CHP'nin özür dilemesini isteyenler filan oldu...  Artık bu kadar da saf olmamak ya da safı oynamamak lazım diye düşünüyorum.
Onur Öymen'e gelince... Dış politikada görevli olduğu zamanlarda Kardak Kayalıkları krizi gibi konularda Türkiye'yi krizlerin ve buhranların içine iten (bkz), halkı bir obje/nesne gibi gören, Anadolu insanını ve değerlerini küçümseyen bir Roma valisini hatırlatıyor bana.

Recep Tayyip Erdoğan, Onur Öymen'in bu sözlerine: "Dersim'de olanları savunanları ben insanlıktan nasibini almamış olarak değerlendiriyorum. Terör örgütü ile benim Kürt kökenli vatandaşlarımı bir araya getiremezsiniz" diyerek siyasi bir üslupla cevap vermiş.

RTE'nin bu ay içerisinde ilginç bir başka çıkışı ise şöyle idi:
"Atam izindeyiz  diyorlar.  Onlar izinde,  biz çalışıyoruz.
Baykal yoksa sen dört dörtlük gerici misin?"




Meclisteki Demokratik Açılım oturumu görüşmelerinde, İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın ardından  DTP Genel Başkanı Ahmet Türk kürsüye geldi ve şunları söyledi:   (karışık alıntılar yapıyorum)

"Kürt sorununun ortaya çıkması, büyümesi, derinleşmesi ve çözümsüz bir hal alması devletin hatalarıyla doğrudan bağlantılıdır. Sorunun bu hale gelmesi elbette ki uluslararası sistemden de bağımsız ele alınamaz. Bu sistemin ülkemizi temelden etkilediğini görmeden hiçbir şey yapamayız.

Bize göre farklılıkların inkârı ve demokrasi yoksulluğu ülkeyi istismara açık hale getirecektir. Yıllardır emperyalizme karşı mücadele ettiğini sananların birçoğu bile, bunların değirmenlerine su taşıdığını fark etmedi. Bazıları da "ülkelerinin birliğini koruma" adı altında,  yapılan hataların Türkiye’yi adım adım bunlara teslim ettiğini göremedi. Kürt sorunu ve ortaya çıkan savaşın nereden beslendiği konusunda yanlış değerlendirmeler yapıldı, bu topluma benimsetildi ve kamuoyu yanıltılarak "terörle mücadele" adı altında örtülü bir savaş yürütüldü. Bu çatışma dönemlerinde, bölgede yaşanan insan hakları ihlallerinin  Türkiye'de ve Dünya'da duyulmaması için özel gayretler gösterildi. Yaşanan infazlar, köy yakma ve boşaltmalar, haksız gözaltı ve tutuklamalar; sıkı yönetim ve OHAL gerekçe gösterilerek gizlenmeye çalışıldı. Bunları yazan gazeteciler öldürüldü. Gazete binaları bombalandı. Milletimiz gözlerimizin önünde kontrgerilla tarafından öldürüldü. Bu cinayetleri işleyenler elini kolunu sallayarak dolaştı.

Resmi tarihe dur denilerek, halkın gerçek tarihinin açığa çıkarılması büyük bir zorunluluktur. Bu şekilde kamuoyunun konu hakkındaki bilgi eksikliği giderilmiş olacaktır. Geçmiş dönemlerde de hükümetler bazı hataların yapıldığını kabul ettiler fakat bunların neler olduğunu, nereden kaynaklandığını gündeme getirmediler.

...
(Kürt halkı için)  özel tedbirler ve politikalar ile asimilasyoncu yaklaşım hayata geçirildi. Devletin bu politikaları hayata geçirmedeki ısrarcı, baskıcı şiddet yönetimi  isyanları doğurdu. Bu defa devlet bu isyanları bastırmak için şiddete başvurdu. Ağrı ve Dersim isyanları doğru okunamadı. Akıl almaz baskılar katliamlar uygulandı.  Peki sorun çözüldü mü?
Katliamcı politikaları, hükümete açıkça bir çözüm yöntemi olarak önerenler; bunun cezasını halkımıza verecektir.

O dönemlerde, (var olan) sorunların üstüne şiddet ile gidildi; tepkilerin nedenleri doğru analiz edilmedi. Kimi çevreler ise Kürtlerin herhangi bir sorunları olmadığını, herkesin eşit yurttaş olarak bu ülkede yaşadığını savunarak sorunu görmemeyi tercih etmiştir.
...
Biraz empati yapın. Birileri çıksa ve yeryüzünde Türkçe diye bir dil yoktur dese ve tek kelime Kürtçe bilmeyen sizin çocuğunuza zorla Kürtçe eğitim yaptırılmasına eşitlik diyebilir misiniz?
Eminim bunun düşüncesi bile bazılarını tüylerini diken diken ediyordur. İnsanın kendi ülkesinde, kendi anavatanında, kendi devleti bakımından dilinin inkâr edilmesi, yasaklanması nasıl bir travma yaratmaktadır. İşte düşüncesi bile sizin tüylerinizi diken diken eden bu trajediyi biz yıllardır yaşıyoruz. "Kürt diye bir halk yoktur,  bunlar dağlarda yürürken çıkardıkları seslerle Kürt olarak adlandırılan dağ Türklerdir"  tanımı bile üniversitelerde tez olarak okundu.  Birisi çıkıp da geçmişte yapılan bu hatalardan dolayı özür dileme erdemini gösterememiştir.

Peki bunca hata, inkâr, baskı, sindirme girişimi, işkence, cezaevleri, operasyonlar; sorunun çözümüne en küçük bir katkı sundu mu? Sorunun giderek büyümesine neden olan bu uygulamalar değil midir? Bu yanlış politikalar kim adına uygulandı? Kimse bunun hesabını sorabildi mi? Bu kirli politikaların, devlet içinde devletçikler oluşturduğunu belki birileri yeni fark ediyordur. Biz 20 yıldır bunu söylüyoruz. O dönemde derin devlet demek bile suçtu. Susurluk, Şemdinli, Ergenekon ortaya çıkmadan önce biz bunların namlularını ensemizde hissederek yaşamaya gayret gösterdik.

Şimdi bütün bu mağduriyetleri ifade etmeye neden gerek duydum? Yıllardır devletin arkasındaki kamu ve medya gücüyle olaylar çarpıtıldı. Bu nedenle Kürt sorununun ortaya çıkışı ile  sonradan yaşanan acıların karşılıklı olduğu anlaşılamadı. Bölge halkının sevincini bile zafer havası gibi gösterilmesinin nedeni de bu algı yanlışlığından kaynaklanmaktadır.

Cenazelerin gitmediği tek köy kalmadı. Bütün bunlara rağmen halkın barışta ısrarcı olmasını bir erdem olarak görüyoruz. Halklar arasında etnik çatışma yaşanmamış olmamasını kazanım olarak görüyoruz. Hakların bir arada yaşama arzusunu içinde koruyor olmasını büyük bir saygıyla karşılıyoruz. Biliyoruz ki bu inkarcı, asimilasyoncu politikaları yürüten ve uygulayan halk değildir. Devleti ele geçirmeye başaran ekip ve onun ardında olan zihniyetlerdir.

Yaşadığımız sorunun siyasal, sosyal ve kültürel boyutları kadar ekonomik boyutları da çok ciddidir. Bölge halkının yaşadığı yoksulluk, insanlığımızı zorlayacak düzeydedir. Eğer bugün insanlar her gün açlıktan ölmüyorsa, toplumdaki dayanışma gücündendir.  "Şiddet vardı yatırım yapılmadı" diye geçiştiremezsiniz. Bakınız 1940–1980 yılında bölgede bırakın silahlı hareketleri,  siyasi bir hareket bile yoktu. Ama o dönemde bile devlet ve özel yatırım Türkiye ortalamasının kat kat altındaydı. Hiçbir etkisi olmamış demek istemiyorum ama raporlarda ortaya çıktığı gibi bilinçli bir ihmal sonucudur. Son dönemlerde hükümetlerin sınırlı girişimleri de bu politikanın kırılmasına yetmemiştir."
   (Tüm yazı için bkz)



Albay Dursun Çiçek  yine serbest!
Bir içeri bir dışarı şeklinde sorgulanıyor kendisi. TSK için ise dün bir "kağıt parçası", bugün "gereği yapılıyor",  yarın "belge elimize ulaşmadı"...  Daha güvenilir insanlar olup daha güvenilir ve tutarlı kurumlarımız olmasını dilerdim şahsen.



Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, yapılan genel kuruldaki seçimlerde yönetime tekrar seçilemedi. Böylece YARSAV'da Eminağaoğlu dönemi sona ermiş oldu.

Bir yazımda  "Doğru bir şekilde bakıldığında, dış görünüşün de önemli bilgiler verebileceğine inanırım" demiştim.
(bkz:  Ergenekon'un Portresi)
Bu haber hakkında bir gazete sitesinde yaptığım yorum ise şöyleydi:
"Bir Eminağaoğlu gider, bir başka adı-sanı-tipi başka Eminağaoğlu gelir. Önemli olan zihniyet ve birey kültürünün gelişmişliği... Bir de bu hukuk fakültelerinin, hukuk ve adalet işleriyle uğraşanların durumu nedir ülkemizde?"



Yargıtay,  Fikri Sağlar'ın köşe yazısını basın özgürlüğü kapsamında değerlendirdi
Eski bakanlardan Fikri Sağlar, gazetedeki köşe yazısında "Dolmabahçe'de Büyükanıt'a dosya verildi mi?" diyerek, Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile Başbakan Erdoğan arasında Dolmabahçe Sarayı'ndaki çalışma ofisinde yapılan özel görüşmede, eşi Filiz Büyükanıt'ın bazı harcamalarıyla ilgili bir dosyanın kendisine verildiğini iddia etmişti.
Yargıtay,  Büyükanıtların açtığı 17 bin TL'lik tazminat cezası kararını bozdu.

Bir yorumcunun  (tayfuncakir1971)  Radikal'de  yazdıkları ilgimi çekti:
"Apolet farkı diye yorumlarım ben bu haberi. Bağımsız yargımız Van savcısını HSYK kararıyla yok ederken ne de olsa apoletler yerindeydi. Şimdi apoletler yok, istediğimiz kararı veririz moduna geçmeleri normal. Gerçi bu tavır sadece yargı için geçerli değil. Hatırlarım, basın da zamanında Doğan Güreş'e milletvekili olduğu dönemde etek giydirmişti. Yazıklar olsun ikircikli tutumlar sergileyenlere."
      [Doğan Güreş:  1990-1994 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı yapmış bir paşa  (orgeneral).  Emekli olduktan sonra Çiller'li yıllarda DYP'den politikaya atılmış,  iki dönem Kilis milletvekilliği yapmıştı.]



Bu arada Dersim ile ilgili Meclis açıklamaları yüzünden,  Onur Öymen'in özür dilemesini istedi Kemal Kılıçdaroğlu. Partiden istifa etme veya protesto etme gibi bir niyeti yokmuş kendisinin. Zaten sonradan tatlıya bağlandı sanırsam. Danışıklı dövüşler düellosu.



Ve Münevver Karabulut'un öldürülmesiyle ilgili iddianame tamamlandı.

Cem Garipoğlu ile babası cinayeti planlayarak birlikte işledi,  amca  Cem'i kaçırarak saklanmasına yardımcı oldu,  anne de delilleri yok etti.



Tüm Kasım gündemi için bakınız:

Hiç yorum yok: