31 Ağustos 2009 Pazartesi

 Gündemdekiler  (Ağustos 2009)

.
Gündemdekiler Nisan 2009'da Hilmi Özkök'ün Ergenekon savcılarına ifade verdiğini yazmıştım. Temmuz ve Ağustos aylarında (yani 3. İddianamenin esamesi okunmaya başlandığından beri)  bu ifade verme mevzusu üzerine, daha önce Hilmi ÖZKÖK başlığında da belirttiğim gibi,  "Özkök güzellemeleri" yeniden başladı.


Ergenekon 3. İddianamesi'nin eklerinde, Özel Harekat Dairesi eski Başkanvekili  İbrahim Şahin'de ele geçirilen eylem planları, Şahin'in talimatları doğrultusunda oluşturulan S-1 timinin suikast yapacağı kişilere ait ayrıntılı bilgiler ve krokiler var. Hatırlarsanız İbrahim Şahin'in evinde bulunan krokilere dayanarak yapılan kazılarda, Ankara Gölbaşı'nda (kimilerine göre yalan ve uydurma bir peydahla)  çok sayıda askeri mühimmat ele geçirilmişti.
Belgelerdeki eylem planlardan birinin (Kazım Genç'e yönelik olanın) amacı şöyle not düşülmüş:  "Alevi-Sünni kavgası çıkarmak."


Bir süredir,  adına  KÜRT AÇILIMI  denen,  -şahsi düşünceme göre-
ne olduğu sağlıklı bir şekilde kamuoyuna yansıtıl(a)mayan bir şey dillendiriliyor sürekli.
25 senedir bitmeyen/bitiril(e)meyen bir savaş ve süregelen siyasi mücadele, bu kadar kısa sürede sonlandırılamaz.  Buna izin vermeyeceklerdir, diye düşünüyorum. Nitekim bir yerlerde bombabalar patlamaya ve şehit haberleri gelmeye başladı bile!   (bkz:  AF ve Terör)

Hükümeti eleştirme görevi olan muhalefet, kuru gürültüden öteye gidemiyor. İkiz kardeşler gibi olan MHP ve CHP'den biri  "Dağa çıkarız!" derken;  diğeri "Bunlar bizi çatışmaya götürür!"  diyor.

Ülke güvenliği ve huzur ortamından en çok kârlı çıkacağı düşünülen grup olan Zenginler kulübü TÜSİAD ise  barış ve açılım konusunda fevkalade çekimser. Bir zamanlar "Kürt raporları" hazırlatan bu örgütün şu anki başkanı (Aydın Doğan'ın kızı olan hanım, Arzuhan Doğan Yalçındağ),  "Kürt sorunu" bile diyemiyor;  "terör sorunu" diyor.  Ekonomi yorumları yapan bir yazar bu hali köşesinde şöyle yorumladı:
"Kürt açılımıyla Anadolu sermayesinin daha da güçlenmesinden büyük endişeye kapılıyorlar.  Doğu ve Güneydoğu'da fabrikalar çalışmaya başlayınca piyasada rekabetin artacağını ve yeni şartlarda rekabet edemeyeceklerini iyi biliyorlar.  Açıkçası açılımın kendilerini kapatmasından korkuyorlar."
(Süleyman Yaşar  -  21.08.2009, Taraf)



Bu ortamda, iki arada bir derede Sezen Aksu da tutup Başbakanlığı aradı ve Özel Kalem'e not bırakarak Kürt açılımını desteklediğini belirtti. Barışın karşısında olanlara mesajı: "İki cihanda da lekeli"  oldu.
Sonrasında o da nasibini aldı tabi.

Zülfü Livaneli de  "Fikir mi önemli,  o fikri kimin söylediği mi?...  AKP'nin her söylediğine gözü kapalı karşı mı çıkmalı?"  diye sordu.
Hemen o da nasibini aldı,  alıyor.
Benzerlerini, hem de çok ağır şekilde daha önce gördüğümüz sahneler yine tekrarlanıyor.  Demokrasi ve birey olma bilinci gelişmedikçe,  adı her ne olursa olsun,  perdeler hep aynı gördüğünüz gibi.




Halis Toprak  birkaç aydır çok dillerde.
71 yaşındaki adam kalkıp da 17'lik çıtırla evlenmeye kalkınca, bir de "tamamen duygusal" sebeplerle TMSF'nin ağındaysa,  böyle dillere düşer işte.
"Hüseyin Üzmez'den bunun ne farkı var!" diyen mi ararsın,  artık hepsinden var.
Bu arada Ayşe Arman kendisiyle şöyle bir söyleşi yapmış,  ben internetten belli bir bölümünü okudum.

Halis Toprak,  ticaret ve sanayi ile uğraşan adamlarda çokça görülen bir durumu ortaya koymuş aslında.  İslâm üzerinden yaptığı yorumlara ise burada hiç girmeyeyim.  Görünen köyü işaret etmek zevkli gelmiyor bana.



Olumsuz hava koşulları
Giresun ve Karadeniz'de sel felaketleri maddi zararın yanı sıra insan canı da alıyor. Başbakanımız Sayın RTE de çıkıyor; "Bentlere, barajlara laf söyletmem"  diyor.  İşte bu yüzden siyaseti sevmiyorum.  Kirli bir şey.



Benim de böyle şapkam vardı
Özel Harp Dairesi eski Başkanı Kemal Yamak'ın Ankara Kocatepe'deki cenaze töreni, emekli ve muvazzaf (görev başındaki) subayları bir araya getirdi.
Törende Ergenekon sanığı emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a baktığı bir kare ilginçti.




Hilmi Özkök hakkında suç duyurusu
Hilmi Özkök, 2003 yılında MİT'in gönderdiği Ergenekon şeması hakkında araştırma yaptırmak yerine imha ederek görevini kötüye kullanmakla suçlanıyor. 1. Ergenekon Davası sanıklarından Kemal Kerinçsiz'in avukatlarınca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilen suç duyurusu dilekçesinde Özkök'ün yargılanması isteniyor.

Hilmi Özkök bu gelişmeler karşısında, Fikret Bila ile yaptığı bir söyleşisinde şöyle diyordu:
"...Bir kuvvet komutanına, soruşturmayı başlatacak mahiyette bir şey olmadan (soruşturma) başlatamazsınız.
Bir de tuhafıma giden bir durum var. Savcılara 'Kuvvetli olmayan delillerle dava açıyorlar, insanları şaibe altında bırakıyorlar' diye kızan aynı kişiler, bana 'Kuvvetli olmayan belgelerle soruşturma açtırmadım' diye kızıyorlar. Bunun sebebini gerçekten çok merak ediyorum."

(19 Ağustos 2009,  Milliyet)



Ağzı olan konuşuyor
Garipoğlu'nun ananesi  Saadet Erol,  basın mensuplarıyla konuştu:

Bana,  "Cem'in yerini biliyor musunuz?  Onu en son ne zaman gördünüz? Cinayetten ne zaman haberiniz oldu?"  gibi sorular sordular. İfademde Cem'i görmediğimi söyledim. Ailenin onu sakladığı iddialarına katılmıyorum. Böyle bir şey olabilir mi? Mümkün değil. Cem parmak kadar çocuk, mümkün değil yapamaz.  Onun yaptığına inanmıyorum.
Biz onu kucağımıza oturtur severdik. Agresif bir çocuk değildi.  Benim sırtımı okşardı.
Fazla gezmeyi seven bir çocuk da değildi.


El insaf!  Bu memlekette böyle bir şey var.  Sen yapıyor ediyorsun, kan revan ortalık... Deliller bulunuyor,  fotoğraflar,  DNA'lar,  mühimmatlar...
Birileri hâlâ çıkıp diyor ki:  "Yok öyle bir şey!  Hepsi uydurma, iftira!"
Şimdi bu anane de çıkmış diyor ki, "Cem katiyyen yapmış olamaz. O melek gibi bir çocuktu, kucağımıza alıp severdik biz onu."
Hey yarabbim!  Herkes evladını kucağına alıp sever? Torununun DNA'sı bile tutmuş,  daha neyin avukatlığı bu  ben anlamıyorum ki!



İsrail
Aramızda kalsın, bazen İsrail'e çok benzediğimizi düşünüyorum. Aşağıdaki haberi okuduğumda yine öyle düşündüm:
İsrail Başbakan Yardımcısı ve Stratejiden Sorumlu Bakan olan Genelkurmay eski Başkanı Moşe Yaalon; solcuları, medyayı ve Amerikalıları kınadığı konuşmasında;  "Ülkeyi kurtarmak için, Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimlerinin boşaltılması gerektiğini söyleyen Şimdi Barış Hareketi ve elitler gibi virüslerle uğraşmak gerektiğini ve bunların ülkeye verdikleri zararın çok büyük olduğunu"  belirtti.
Beri yandan İsrail ile farklarımız da var:
Bu yaklaşım politikacılarından tepki görürken; Başbakan Binyamin Netanyahu, Yaloon'un açıklamaları için "Kabul edilemez" dedi ve kendisini görüşmeye çağırdı.



Evrim tartışmaları
Habertürk:  Böyle bir kanal var-mış.
İnsanlar bu kanalı izler-miş.
Geçen hafta misafirlikte iken, bu kanalda Adnan Hoca denen zat ve birkaç toplama kişi ile evrimin tartışıldığı bir programa az buçuk tanık oldum. Benim için odayı terk etme zamanının gelmesi demekti bu.

Kendimi bildim bileli,  "tartışma" adı altında,  argo tabirle "laga luga yapmak" maksatlı yayınlardan tiksindim. Üstelik kravatlı gömlekli adamlar veya ciddi suratlarla bağıra çağıra reklam yapma devirleri, birinin balonunu parlatma çabaları, "Reha Muhtar ile Ateş Hattı" ve "Savaş Ay ile A Takımı" dönemlerinde çok popülerken bile mide bulandırıcıydı benim için.

Denk geldiğim  bahsetmiş olduğum yayını
Yiğit Bulut  yönetiyormuş.
Peki şimdi bu ne ola ki?
Soldaki ya da sağdaki...
Fark göremiyorum,  ya siz?



Sistem Eleştirisi
Türkiye'de pek olmayan bir şey. Olanın da sesi iyiden iyiye kısılıyor, hatta sökülüp atılıyor diyelim.  Yahut görmezden geliniyor,  yok sayılıyor.
Türkiye'de en fazla  "iktidardaki parti"  eleştiriliyor;  "sistem"  değil.
Sistemdeki yanlışlar,  açıklar ve kokuşmuşluklar değil.
Hiç kimse "disiplin, dürüstlük ve şeffaflık" konusundaki sistem açığını ifşa ediyor mu mesela?
Askeriye'nin siyaset içindeki konumunun nelere mâl olduğunu veya?
İslâm'ın yeni bir din olmadığından ve bir yenilik sunamayacağından filan?...
Hayır.  Varsa yoksa "kayıkçı kavgası".
Maşallah internet gençliği de bu konudaki yeteneklerini konuşturuyor,  fikirler çarpışıyor.   (Ağzı olan konuşuyor)   -->  #çene ishali


"Siz Erdoğan'ın Şemdinli konusundaki tutumunu eleştiren bir Deniz Baykal konuşması duydunuz mu?
Siz Erdoğan'ın  Avrupa Birliği kriterlerine boş veren İhale Yasası'nı çıkarmasını eleştiren muhalefet partisi gördünüz mü?
Onları eleştirmiyorlar,  çünkü o hamleler  'sistemi'  koruyordu.
...
Erdoğan'ın Kürt açılımına karşı çıkarken, "Kürt sorunu öyle çözülmez, böyle çözülür" deyip bir barış projesi ortaya koyan bir muhalefet partisine rastladınız mı?
Onlar  'çözüm yollarını'  tartışmıyorlar,  onlar çözüme karşı çıkıyorlar.
Çünkü istiyorlar ki bugünkü düzen devam etsin.
"
(Ahmet Altan  -  21 Ağustos 2009,  Taraf)


ÜNAL ÜNSAL:  (Emekli Büyükelçi)
"Bugüne kadar inkâr edilen Kürt kimliğinin artık saygı göreceğini vaat eden girişim başladı.  Film, kesildiği yerden tekrar başlıyor.  Çünkü bu vaat, 89 yıl önce, yani 1920 yılında bizzat M. Kemal Paşa tarafından Meclis kürsüsünde çok açık ifadelerle tekrar tekrar yapılmış bir vaat idi...

Savaşın ve kan dökülmesinin bitmemesi için var güçleriyle uğraşan demagog, dar kafalı, vizyondan nasipsiz ve vicdansız politikacılardan etkilenen insanlarımızın çoğu bu gerçekleri bilmiyor. Kurtuluş Savaşı'nı başarıya götüren milli birlik ruhunun hangi temeller üzerinde, hangi karşılıklı taahhütler sayesinde yaratılabildiğinden ve bugün karşı karşıya bulunduğumuz ağır bunalımın nereden kaynaklandığından habersizler.

Umutluyuz. Zira, ülkemizdeki cinnet halinin, ölümlerin ve yıkımın artık mutlaka sona erdirilmesi gerektiğine inananların sayısı hızla artıyor.
"
(20 Ağustos 2009,  Radikal)



Şehit haberleri
Elazığ'ın Karakoçan ilçesi Koçyiğitler Piyade Taburu'nda vatani görevini yapan 4 asker... Teğmen Mehmet Tümer, nöbette uyuduğu gerekçesiyle pimi çekilmiş el bombasını er İbrahim Öztürk'ün eline veriyor.  Sonuç:  4 şehit.
Muhalefet susuyor...  İktidar susuyor...  Medya her zamanki gibi:
Görmez,  duymaz,  konuşmaz  :(
Ve TSK... Ölenlerden bir gencin cenazesinde, Silahlı Kuvvetler adına Üsteğmen Murat Basten şöyle bir konuşma yapıyor.  Dikkat buyurunuz, ölüm sebebi ile şu söylenenlerin alakasına ekstra dikkat buyrunuz:

"Türkiye Cumhuriyeti devletini bölmeye ve parçalamaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Buna heveslenenler tarih bilgisinden yoksun gafil ve hainlerdir. Kahraman şehidimizin kahraman ailesi acınızı sizlerle paylaşıyoruz. Biliniz ki o artık büyük Türk milletinin bağrında ve ay yıldızlı bayrağın gölgesinde rütbelerin en kutsal ve en şereflisi olan şehitlik mertebesinde ebediyete kadar yaşayacaktır."



İstanbul'a  3. köprü inşa edilecekmiş...
(Edit:  Ağustos 2016'da  Yavuz Sultan Selim Köprüsü açıldı.)



Kadın ve Heykel sorunu
Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş,  Belediye binası girişindeki iki kadın heykelini  "Devlet dairesi önüne kadın heykeli yakışmaz"  diyerek kaldırtmış.

Yorum: Birileri bu haber üzerine gene "AKP'ye yuh!" naraları çekmeye başladı.  Bu,  işin kolay yanı tabii.  Sıkıyorsa ona oy veren kesime,  ve daha da mühimi halka çevir oklarını? Köylülüğe, cehalete, sinmişliğe çevir. Bu kadar okuyup eğitim görüp bu kadar kafayı kuma gömercesine yaşamaya çevir. Dünyadan bîhaber olmaya...
(Ayrıca kadın figürüne,  sosyal hayat içerisinde  heykelken/cansızken bile katlanamayan bir millet:  Türkler.  Başlıbaşına bir mevzu!)



Nuriş kardeşler  yine gündemde!  Memleket ne halde?
Karagümrük Çetesi  diye bilinen grubun lideri olan bu iki kardeşin,  Sabancı Cinayeti'nin faillerinden Mustafa Duyar'ı öldürttüğü söyleniyor. Kendileri de bunu açıkça itiraf etti.
Meğerse Mustafa Duyar'ın işi bittikten sonra, onu temizleyen kendilerinin de işi bitsin diye,  Çakıcı'nın adamlarıyla aynı hapishaneye konup  bir anlamda
"iti ite kırdırma"  planı güdülmüş.  Ama olmamış bir şekilde...
Bu iki kardeşi hasımlarıyla aynı hapishanede buluşturansa,  son zamanlarda çok meşhur olan HSYK (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) üyesi (ve eskiden Yargıtay üyesi olan)  Ali Suat Ertosun.



Los Angeles Adli Tıp Kurumu,  25 Haziran 2009'da  hayatını kaybeden  Michael Jackson'ın  kesin ölüm nedenini açıkladı:
Uykusuzluk tedavisinde kullandığı çok güçlü anestezi ilacı propofol ve sakinleştirici lorazepamden zehirlenme.


---Maalesef  20 etiket sınırlamasından ötürü yazının pek çok etiketini elemek zorunda kaldım.  Aramalarda eksik sonuç çıkarıp geriye dönük arşiv taramasında sorun yaratsa da,  şunlara yer açamadım:

Altanlar, belediye, Bilim, Cananlar, canilecanan çelişki, çene ishali, Doğan, evlilik, Garipoğlu, hava, hukuk, Jackson, mafya, makale, medya, popüler kültür, sorular, şehit, RTE, Taraf, Toprak, Türkler, 2016

25 Ağustos 2009 Salı

 KÖYLÜLER


Hep diyorum:  Bizim ülkemiz köylüler ile dolu.  Yöneten de köylü, yönetilen de...
En felaketi de  ne köylü ne şehirli olan,  yani ikisi de olmayan,
ama parayı bulunca lükse dalmış ve dış görünüşte modern görüntü veren köylüler.  Yani sonradan görmeler.
Ne iyi müzikten anlar bunlar  ne resimden...

Milattan Önce belki on binlerde  mağara duvarlarına görkemli resimler yapmış insanoğlu.  Sen hala çiçek böcektesin.
Nerede bir yeşil alan,  orada hemen 1 cami bitiriveriyorsun!
Hemen siyasetçiye taş atmayın canım.  Millet imza toplayıp muhtarından belediye başkanına kadar kapı kapı dolaşıp  "Cami isterük!" diye delleniyor.  Sonra da göz açıp kapayana kadar park alanı oluyor  "hokus pokus"  cami!   (Çünkü halkımız bunu istiyor.)
Ve hemen konduruluyor bir  "apartman cami"!

Kültürün: Cemaat kültürü.  Siyaset'ten anladığınsa sadece kamplaşma!
Girdiği cemaat ve kampın kurallarına göre bazısı kendine "laik" demiş, bazısı "Nurcu",  bazısı "Süleymancı"! ...

Eğitim sistemin yalanlarla dolu!
Bir deprem oluyor, hacılar hocalar başlıyor:  "Kıyamet alâmeti!"
Korkmayın şekerler,  bakınız  Hz. Muhammed  ne demiş:
"And olsun ki Araplar dünyanın yüzünden Türkleri tamamen silmedikçe kıyamet gelmez."
OK, anladınız mı?
Bunu size Baykal Beyefendi anlatamaz.  Hatırlarsanız kendisi bir ara (geçen seçimlerde)  "Anadolu açılımı" yapıyordu.  Din ve mezhep kardeşliği filan...
İnanan inandı. Afiyet olsun.

Ve son günlerde Baykal yine devrede:
"BUNLAR BİZİ ÇATIŞMAYA GÖTÜRÜR!"

Evet, evet... Götürür tabii...  Biz zaten savaşmıyor muyduk sahi?

Meali:  (Sahte)  Kürt açılımı  bahane,  savaş ve rant şahane!


20 Ağustos 2009 Perşembe

 "Kürt Açılımı"


Birkaç ay öncesinden beri, Radikal gazetesinin internet sitesinde, aynı kullanıcı ismiyle bazı yorumlar yazıyorum. (www.canilecanan.com) Bir süredir güncel gündemde epeyce yer kaplayan  (ama bana sorarsanız, neredeyse her derdimizde olduğu gibi, gene "hakkıyla" yer almayan;  geçiştirilen, yönlendirilen, belirsizliklerle dolu)  bu mevzu hakkında  Baskın Oran'ın  bir yazısına denk geldim.  Başlığı:
Kürt sorununu çözmenin önkoşulu  tutarlılık ve demokratlıktır

Madem kararsızlıktan kırılıyorum şu günlerde,  öyleyse eylemsizliktense
en iyisi bu yazıya gönderdiğim yorumu buraya da aktarayım dedim.  Keyfim yerine gelince  (kim bilir ne zaman?),  Baskın Hoca neler yazmış,  bu ve diğer yazılarında konu hakkında hangi eksi(k)leri dizelemiş,  onları da eklerim/editlerim.


Kişisel Yorumum:
Dürüst olmak istiyorum. Zira adına ister "Kürt sorunu" deyin, ister "terör sorunu" veya her neyse artık... Ciddi ve insan hayatına kast eden bir belamız var.  Bunun şakasını, yalanını yapmak istemem. Son zamanlarda (belki sıcakların ve tatil arzusunun da etkisiyle) gelişmeleri pek düzenli takip edemedim. Üstelik her medya kanalının kendi siyasi düşüncesine ve ekonomik/ticari çıkarına göre haberleri taraflı biçimde verdiği  veya  yok sayıp hiç vermediği söylenen bir ülkede/ortamdayız şu an.  "Reform hareketi"  denen bu son olayları geriden ve eksikli takip ediyorum yani.

Öncelikle şunu diyeyim:  Ben karamsar biriyim. Kolay güvenmem, güvenemem. Bu toplumda herkes bu güven sorununu az veya çok yaşamıştır. Güzel günlere dair heveslerimiz hep kursağımızda kalmıştır. Ne bileyim, tüm sevilesi insanlara asla geçit verilmediği gibi, hayat nefeslerine bile kast edilmiştir.  Ne var ki eskiden sadece tarihte (yani uzak geçmişte) bunun böyle olduğunu sanırdık, tabii o zamanlar çocukmuşuz, zamanla bildik.

Uzun lafın kısası, ben bu karamsarlığım ve şüpheciliğim + eksik güncel bilgilerimle bakıyorum bu olaya. Bence alelacele, bir yerlerden gelen talimatlarla girmişler bu işlere gibi... Yani ne yapmaya çalıştıklarını halka anlatamıyorlar. Hatta halktan gizli kapaklı yürüyor gibi bu süreç. Tutarsızlık ve yalpalamak diz boyu. "Avrupa Birliği Avrupa Birliği"  deyip duruyorlar.  Ama AB'de karikatürden dava açmak yok; kendini eleştiren vatandaşını tehdit unsuru ve derhal bertaraf edilmesi gereken bir hayvan gibi görmek yok mesela.  Yani bunları söylediğime bile inanamıyorum ya neyse. Zaten yazıda çeşitli örnekler verilmiş.

Ben hep diyorum, "Köylü ile demokrasi olmaz." Kulağına hoş gelir veya gelmez. Dünyada hangi köyden çıkma, şark kurnazı adam "demokrasi" demiş?  Derse işte ondan da bu kadar olur.
Ne var ki elitlerimiz derin uykuda! Ezberci eğitim ve düşünce sistemi içinde öyle bir yoğrulmuşlar ki, sonunda tornadan çıkan mal gibi tek tip, tek düşünce!  MHP zaten milliyetçi bir parti, çıkışlarına siyaseten yanlış diyemeyiz. Ama sözde Batıcı, modern ve solcu CHP bu değişimlere kolay kolay izin vermeyecektir.
Bir de  DTP/BDP/HDP  diye gelişen bir Kürt siyasi hareketi var ki, (eş) başkanlarının açıklamalarına bakınca  "bu nasıl AÇILIM?"  diyoruz. Hayret etmemek mümkün değil ki sürekli bir kavga ve ham ruh ile, üstelik kimi zaman Kürtlere ne faydası var bunların diye düşünmemize sebep verecek boyutta şımarık çıkışlar izliyoruz.
Sonuçta çok nemalanıldı, çok beslenildi bu terör meselesinden.  Nasılsa bizim ülkede hiçbir zaman gerçek bir nüfus planlaması da başarılamaz, başarılamadı.
Ama bizim bir nüfus sorunumuz ve plansız kalkınmamız da var.
Ya deprem  ya terör...  Arada da trafik kazaları ile dizginleniyor.
Bilmem anlatabildim mi?



2018 EDIT:  Adına  "Çözüm süreci"  de denen  Kürt açılımında  bir zaman sonra tamamen bir kırılma yaşandı.  "Rojova Devrimi"  diye andıkları, Temmuz 2012'de  YPG'nin  Kobanê (Ayn el-Arap), Afrin ve Derik'i ele geçirmesi hadisesi devamında kabaran  2014 Kobane Protestoları  ile tırmanan ortam,  Dolmabahçe Bildirisi  ile gittikçe inceldi  ve  kazılan hendeklerde gömüldü.  Cephaneliğe döndürülmüş evler ve özerklik ilanları ile, kimilerine göre meğerse  "sözde çözüm süreci"  imiş bu dönem.
Kürt siyasetinde ise bütün Türkiye'yi kucaklama iddiasında olan HDP  ve başlangıçta olumlu bir figür olarak gördüğüm başkanı Selahattin Demirtaş; lafta bolca kullandıkları "barış"ı hayata geçirmek şöyle dursun,  kışkırtmalara karşı dur(a)madı dahi  ve  "Seni başkan yaptırmayacağız!"a  kitlendi kaldı!


Sonuçta yazık oldu.
Benim çocukluğum ve gençliğimde  Kürt meselesini  konuşamazdınız bile! Kürtçe şarkı söylemek dahi  "vatan haini"  olmanıza yeterdi.  Nerden nereye gelindi.  TRT'de Kürtçe kanal  (TRT Şeş/TRT Kürdi),  iki dil tartışmalarına ve anayasal hak olarak tanımlanmasına kadar gelmiştik.  Federasyon konusu bile tartışılıyordu  (yeter ki barış olsundu).  Ama başka efendilerin başka planlarında aktör olmak istediler  ve olaylar farklı gelişti diyelim.


Twitter'dan birkaç yorum paylaşmak istiyorum, harmanlayarak:
"Açılım doğru bir yaklaşımdı. Ama Kürt halkı ile yapılmalıydı! Silahlı teröristlerle değil.  Şimdi bu mantık ÖSO, Nusra, Ahraruş Şam, Fetih Ordusu gibi silahlı terör grupları ile sürdürülüyor. Aynı hata sürekli yapılıyor.  Bu yüzden bu kısır döngü ancak radikal bir karşı duruşla bozulabilir."
(@musavirf)
"Barış Sürecini", daha fazla demokrasiyi, özgürlükleri, yeni anayasayı geçmişte canhıraş savunanların bugün geldikleri noktada her şeyin "siyaset icabı" olduğunun ortaya çıkması ve bu kişilerin hala "ilke ilke" deyip durması ne fena... (@erdemabaka)

Yani anlayacağınız,  çözüm sürecinde yürütülen yöntemdeki yanlışlıklara eleştiri getirmektense;  toptan barış umuduna ve sürece karşı geliniyor. Gene abartma huyumuzla yakıp yıkan laflar ortalarda gezmekte.


18 Ağustos 2009 Salı

 Ara Nağme...


Bloguma aktarmak istediğim ve 'Acil' diye not düştüğüm o kadar çok şey var ki!
Bunların çokluğundan,  sıcakların ve nemin sağlığıma zarar vermesinden,  sözleşmiş gibi tüm bilgisayarların son haftalarda arıza yapmasından filan...
Hepsi kaldı, kalıyor.
Bir yerden başlamak lazım sonuçta.  (O kadar kararsızım ki!)

Bu ay gündemde olanlar,  Sinema filmleri,  eskiden bahsedip tamamlayacağım diye not düşüp söz verdiğim konular,  üniversiteler ve daha bir sürü şey...

Ne var ki bazen yazmaktan da soğuyorum ey okur!
Dönüp baktığımda, tüm bunları aslında sırf kendimi tatmin etmek için yaptığımı anlıyorum.
Şurda şu tarihe kadar 200'e yakın başlıkta çeşitli konuları işlemişim.  Galiba en çok da Münevver Karabulut cinayeti hakkındaki ironik yazım hasbelkader ilgi çekmiş.
Yani uzun lafın kısası, bir yerde havanda su dövüyoruz.
Neyse ki  "sıradan bir yazar olma" sevdasıyla yola çıkmıştık da,  bu dalgalar bize fazla vurmuyor.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

 Ergenekon'un küçük bir portresi

Bir laf vardır,  "Dış görünüşe kanmamak lazım" diye.
Oysa ben doğru bir şekilde bakıldığında,  dış görünüşün de önemli bilgiler verebileceğine inanırım.
Ve bu yazımda dilim döndüğünce,  bazı Ergenekon sanıkları hakkında birkaç not düşmek istiyorum.



Yasin HAYAL.
Fotoğraflarına bakın.
Alt dudağı ile üst dudağı birleşmiyor.
Eti kemiğinden fazla çeken biri.
Sürekli tehditler savuruyor.
Yaramaz.



Kemal KERİNÇSİZ.
Onun da üst dudağı ve alt dudağı birleşmiyor.
Çene yapısı yamuk.
Sinirlerine hâkim olamıyor.  Konuşurken mütemadiyen (sürekli olarak) tükürük saçıyor.

Kemal Kerinçsiz'i ilkin,  bütün bu olaylardan çok zaman önce NTV'de görmüştüm.  Hukuk konusunda  teknik bilgi alma amaçlı kendisine sorular sorulmuştu. Hayatta da görürüz işte, ne bileyim herhangi bir mesleki konuda uzmanlaşmış birine sorulur:  "Efendim böyle böyle bir şey varmış, son günlerde epey bahsedilir oldu. Biraz bize bundan bahseder misiniz?" tarzı... Kişinin uzmanlığını en iyi sunabileceği,  sıfır sinir sorulardır bunlar.
Fakat gelin görün ki adam böyle bir soruya cevap verirken bile kendini kaybedecek kadar tükürükler saçtı.  Baktım tahammül edilebilecek gibi değil, hemen kanalı değiştirdim.  Daha sonra Hrant Dink'in ve çeşitli kişilerin mahkemelerinde gördüm aynı insanı.  Adını öğrendim,  Kemal Kerinçsiz'miş.

Sonradan bu adam ve ekibine "Ergenekoncular" dendi,  bence hoş olmadı. Halbuki  "Tükürük ve Salya Çetesi"  denebilirdi bunlara.
Hem organizasyon şemasında da kolaylık sağlardı bu isim.  Bunlar bunlar "tükürükçü",  bunlar bunlar "salyacı",  şunlar da "eylemci" diye ayırdın mıydı; bizim gibi meraklı sıradan vatandaşlar olayı daha kolay anlar;  dava da böyle bilmem kaçıncı iddianamelere gelmesine rağmen halkta ortak bir bilinç oluşmadan devam etmezdi.

Neyse efendim konumuza dönelim.
İşte bu ekip,  dava öncesinde ben diyeyim 1  siz deyin 3 sene boyunca her akşam haber bültenlerinde tükürüklerini saçtı.  Özellikle Ermeniler üzerine her konferans ve söyleşi çıkışını şov alanına döndürdü.  Televizyon karşısında kurulan sofralarda,  o tükürükler çayımıza-çorbamıza sıçradı.
Maalesef  (tüm ümitlerime rağmen)  memlekette kimse de çıkıp  "Topla o salyaları!" demeyince;  bunlar sandı ki halk kendilerini kabullendi  veya kendilerinden yana taraf oldu.
Nerdeeee?!... İnsanlar onlar çıkınca kanalı değiştirmekten uzaktan kumanda aletlerini bozdu.  (Zaten bu Ergenekoncular en çok elektronikçilerin yüzünü güldürdü ya neyse.)




Son zamanlarda haber sitelerinde çeşitli organizasyon şemaları dönüyor.  Yanda resimli basit bir Ergenekon Şeması  var.
Burada mafya kolunda adı geçenlerin bazısı var, bazısı yok. Karikatür kıvamında. Adı geçen kimilerinin resimlerine baktım internetten. Genel olarak birkaç lafım olacak.

Bu yapılanmada adı "MAFYA" diye geçen adamların bazısının tipi pek de öyle mafyaya benzemiyor.  Rusya ve Latin Amerika'daki  çeşitli yeraltı babalarının, kirli adamların resimlerine denk geliyorum haber sitelerinde ve gazetelerde. İşadamı tipi var çoğunda.  Milliyetine ve geçmişine bağlı olarak kiminin belirgin sert ve karanlık görünüşü var.  Bu Ergenekondaki mafya adamlarında ise mafya tipindense başka eğilimler göze çarpıyor.  Kimi var mesela, eğer son yıllardaki  "Madamizm Ekolü"nden  esinlenip belli aralıklara botoks filan yaptırmıyorsa bu adamlar,  uyuşturucu veya eroin bağımlısı tipi var.  Farklı cinsel tercihleri ve sapkınlıkları olan,  aydınlık dünyada dikiş tutturamayıp karanlık dünyaya girmiş gibi bir halleri var.  Birinin göz yuvarlakları neredeyse deliklerinden fırlayacakmış gibi mesela... İnternetten araştırıp bakabilirsiniz.


Bu adamlardan bir başkası da mesela,  neredeyse bütün duruşma fotolarında sırıtmış.
Hani Alice Harikalar Diyarında eserinde bir  Cheshire cat karakteri vardır,  sürekli sırıtır.  Anlamışsınızdır...





Muzaffer Tekin.
"1984'te ordudan atılma eski bir yüzbaşı.  Danıştay tetikçisi  Alparslan Arslan ile saldırı öncesinde 15 kez telefonla görüştüğü saptandı."

Buraya güzel bir fotosunu koyamadım ama ekranlardan görmüşsünüzdür.  Kafasındaki peruk mu, yoksa kel mi?  Bazı fotolarında hele hiç belli değil.  İlk gördüğümde tanıdık gelmişti bana siması. Sonra eski Türk filmlerindeki karakterlere ne kadar benzediğini fark ettim.  Aslında biz bu adamı İtalyan sinemasında filan da görmüş olabiliriz.  Sürekli kılık değiştiren, iz bırakmayan neşeli adam olarak... Fotolarına bakın.  Nasıl bir adamın saç rengi bir kızıl olur, bir sarı,  bir siyah?




Veli KÜÇÜK.
Ergenekon sanıkları içerisinde en normal görüneni.  İnsan şaşırıyor;  bu adamı nasıl suçlarlar,  ne yapmış, nerde yanlış yapmış diye...
Ne var ki Susurluk'tan JİTEM cinayetlerine, faili meçhullere, Danıştay saldırısı, Dink cinayeti, Sabancı cinayeti, Malatya'da Zirve Katliamı ve daha bir sürü olay ile ilgili suçlanan ve sürekli adının telaffuz edildiği bu kişi emekli bir  tuğgeneral.

Zamanla daha farklı resimlerine denk geldim. Veli Küçük  bütün fotoğraflarında ne kadar mazlum/mahsun bakmış;  fark ettiniz mi?  Bazılarında ise ne kadar sinirli!
Bir adam içki masasında da mahsun,  sohbet ederken de mahsun,  eğlenirken de mahsun,  mahkeme önlerinde de mahsun ise  ben o adamdan ancak korkarım.  Zira ne gelirse aynı anda hem mahsun  hem de mağrur olanlardan gelir.
Şimdi... Veli Küçük'ün gözlerine bakın. Gözleri herşeyi anlatıyor.
Bu adamların belli ki bazı sorunları var.  Sevgi dolu,  vizyon sahibi adamlara neden tahammül edemediklerini tasavvur etmek güç değil.  Seven ve sevilen adamlardan nefret etmişler.  Zira kendilerinin güzel olanı ne sevmeleri  ne de sevilebilmeleri mümkün.




İsmail TÜRÜT.
Yorumsuz.



Tuncay ÖZKAN.
Tuncay Güney  ile adaş olmanın ötesinde,  el-kol hareketleri,  ayrıca konuşurken iki dudağın birleşmemesi yönünden de benzeşiyorlar.
Ne var ki Tuncay Güney'in iletişim dili,  tecrübesi ve düşünce gücü daha iyi.






Sevgi  ERENEROL....................
"Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü" imiş.   "Cemaati olmayan bu patrikhane,  mal varlığı ve Ortodoks Patrikhanesi'ne cephe almış olmasıyla tanınıyor."

Benim anlamakta zorluk çektiğim biri bu basın sözcüsü hanım.  Ne işi var bu adamlarla?  Sıradan vatandaş olarak anlamam zaten mümkün değil.  Kemal Kerinçsizlerle, Muzaffer Tekinlerle filan kol kola yan yana, hep dirsek temasında imiş maşallah.  Dini ibadet yerleri de toplantı salonlarıymış.  İlginç.

Bu hanımı ekranlarda Mesaj TV'de görürdüm sürekli,  hani şu  Haydar Baş'ın kanalında... Sürekli toplantılarına katılırdı. O toplantılarda kimse kürsüdekini dinlemezdi, ama olsundu.  Sevgi Hanım nasılsa bitmek bilmez bir disiplinle sürekli konuşuyordu.  Ne var ki konuştuğu konular hemen hiçbir zaman dini konular değildi.  Ne Hristiyanlıktan bahsediyordu  ne de Patrikhanelerinden...

"Ailesinin Türk olduğu" yazılıyor, bilemiyorum...  Bir zamanlar Ortodoks Patrikhanesi'nin yüksek derecelerde görevlendirdiği ve sonradan ihraç edilmiş bir aileden bahsediyoruz. Milliyetleri ne olabilir?  (Bir insan seceresi hakkında konuşuyorken yorumlarına dikkat ediniz.)
Ve bu nasıl bir makam hırsıymış ki,  dedesinin dedesinin mevzusu hâlâ devam ediyor?  Bir dini lider olarak bu kadar pervasızca dünya işlerine karışabiliyor?

"Bu arada Sevgi Erenerol'ün  Hürriyet gazetesine bazı asparagas haberler yaptırdığı,  Ergenekon'daki dinlemeler sırasında ortaya çıkmış".
(Tırnak içleri alıntı veya çeşitli medya-haber sitelerinden derlemedir.)






Sinan AYGÜN.
Ankara Ticaret Odası  (ATO)  eski başkanı. Gerçi uzun yıllar Oda Başkanı idi ama fiiliyatta bir siyasetçi gibiydi.  Hatta herhangi bir büyük partimizin genel başkanından bile daha çok ekranlarda ve medyadaydı.  Her konu ile ilgili tezleri, araştırmaları ve projeleri vardı.  Ne var ki asıl mevzusu olan ekonomi ve ticaret konularında fazla konuşmazdı.
Adam "Ticaret Odası başkanı" ama ticaretten ve paradan değil,  siyasetten konuşuyor.
Tam bir Türkiye klasiği!

Henüz hayattayken  Hrant Dink  ile beraber katıldıkları bir  32. Gün programını hatırlıyorum.  Gecenin çok ilerleyen geç bir saatinde  Hrant Dink bir anda kendisinin elini tuttu ve  "Biz şimdi bu programdan çıktıktan sonra beraber bir çay içmeye gidelim. Konuştukça göreceksiniz ki anlaşabiliriz"  gibi şu an tam hatırlayamadığım bazı sözler dedi.  İşte o anda dahi aynı soğukluk, robotiklik ve papağanlıkla  Sinan Bey şunları söyledi:

"Ben Meclisimi eleştirtmem,  ben Cumhurbaşkanımı,  TSK'mı eleştirmem, askerimi eleştirtmem..."
Bunlar eleştirilemeyecek kurumlarmış filan...  (Yani TBMM, Cumhurbaşkanı, TSK, ...)
Tabii burada anlatamadım, izlemek lazım.  İşte o gün kendi iç dünyamda Sinan Aygün'ün notunu vermiştim. Bakın bunların hepsi dış görünüşe bakarak oluyor.  Zira normal bir adam o anda o şekilde davranmazdı.  Adamın ya dokunma duyusu ve hisleri tamamen körelmiş;  ya da  "tamamen duygusal".

Nitekim birkaç yıl sonra, Ergenekon operasyonları kapsamında yapılan ani aramada,  evinden  3 milyon Euro ve bir kasa dolusu da altın çıktı!
"Altınlar oğlumun sünnetinde takıldı"  gibi açıklamalar yaptı.
İşte bunlar hep vatan sevgisi.
(Evinden çıkarken basın mensuplarına  "Atatürk'ü sevdiğim için gözaltına alınıyorum"  sözleriyle eleştirisini dile getiren Aygün'e,  polis aracında evindeki kasadan çıkan 3 milyon Euro'yu hatırlatan bir polis  "Sayın başkan,  Atatürk'ü sevdiğini söylüyorsun ama kasandaki paraların üzerinde Atatürk yok"  diyerek takıldı.)



İlhan SELÇUK.
Ergenekon Operasyonları sırasında adı  "duayen gazeteci"ye çıktı.  Kaç kişinin haberi vardı daha öncesinde bu adamdan? Orası tartışılır.  Ama sonrasında Ergenekon'un avukatları bir anda İlhan Selçuk fanları haline dönüştü.

Aslında tam gece yarısı evinden alınıp soruşturulmak için götürülürkenki fotosuna bakmanızı tavsiye ederim.
Alaycı bir şey var bu adamın gülümsemesinde.  Hoşuma gitmiyor.


"AKP'ye kapatma davası açılmasının öncesinde Başsavcı'ya,  'Davayı açma da gör' şeklinde tehdit içeren yazılar yazdı ve ertesinde dava açıldı"  şeklinde bir ibareye denk geldim bir haber sitesinde.
Çok şükür ki eleştirdiğimiz nice şeye rağmen,  halen hukuk ile yönetiliyoruz. Bunun kıymetini bilmek gerek.

Not:  Ölümünün (2010) ertesinde,  annesi ve anne tarafının Ermeni kökenli olduğu;  kendisinin bunu bildiği, gizlediği haberlerini okuduk.  Şaşırtıcı mı? Bence değil.  Alaycılığın bu şekli Türklerde pek bulunmaz diyordum,  haklı çıktım.  Aynı Ziya Gökalp örneğindeki gibi, Türk milliyetçiliğini ideolojik boyuta taşıyanlar pek Türk olmuyor nedense.
Beri yandan Ergenekon operasyonundaki yanlışlara ve dümenlere,  yanlış bir üslupla karşı çıkmak da fayda sağlamıyor.  Bunu da not düşeyim.




Kemal ALEMDAROĞLU.
"Gerekirse 135 bin şehit daha verir,  Kıbrıs'ı da Yunanistan'ı da alırız"  demiş bir adam.
"Kansız olmaz,  darbe lazım."   Bu da bir diğer sözü.

(Temmuz gündemindeki olaylardan derleme yaptığım ŞU  yazımda bahsi geçmişti)

İstanbul Üniversitesi eski rektörü.
Nur Serter'in ekürisi.  Ayrıca ciddi  "intihalci".
Kanıtlanmış bu,  o kadar ayrıcalıklı ve korunaklı konumuna rağmen...
Dış görünüşüne filan bakıp değerlendirmeye hiç gerek yok yani.

Akademinin kapısından giremeyecek bir adam,  en tarihi üniversitemizin
en tepesine oturtulmuş ve yıllarca onu bunu işinden uzaklaştırarak çevreye korku salmış.  Üstelik bu "çevre"  Türkiye Cumhuriyeti sınırları ile de sınırlı kalmamış,  komşuları da kapsamış.  (Bu nasıl bir kibir, büyüklenmedir?)
Nasılsa balık baştan kokmuş.


9 Ağustos 2009 Pazar

 Kyodai Mahjongg

.

Tatil döneminde sardırdığım bir oyundan bahsetmek istiyorum biraz. Zira şu günlerde zamanımı bununla öldürüyorum. Sonuçta zamanımızı öldürdüğümüz şeylere değer vermezsek, hepten değersiz bir hayat yaşamış oluruz diye düşünüyorum.


Aslında her şey,  yeni aldığımız laptopta  Windows Vista'nın yüklü olması ve beraberinde gelen oyunlarda  Mahjong Titans  denen bir oyunun yer aldığını görmemiz ile başladı.  Vista'dan memnun kalmayıp sildiğimizde,  hoşuma giden bu oyunu internetten indirmemin mümkün olup olmadığını araştırırken bu sefer  Kyodai Mahjongg  ile karşılaştım.  İlk etapta Vista'nın versiyonuna ikame etsin diye indirdiğim ve pek incelemediğim;  Cyna Games ürünü bir oyundu.  Zamanla kendini belli etti.


İlk açışınızda karşınıza yandaki gibi bir ekran çıkıyor.  8 çeşit oyunu Kolay/Zor seçenekleriyle oynayabiliyorsunuz. Mahjongg,  Slider,  Hafıza oyunları,  Hashira gibi diğer alt seçenekleriyle beraber masaüstü oyunlarınız arasında sağlam bir yer oluşturabilecek nitelikte.


Yanda oyuna adını veren Mahjong'un geleneksel dizilimini görüyorsunuz. İsterseniz çok farklı taş dizilim şekilleri de mevcut. Müzikleri ve üç boyut (3D) seçeneklerini değiştirebilme imkânınız var.  Kaydettiğiniz yerden devam edebilme obsiyonu da cabası.



Bir-iki gündür canım sıkıldıkça devam ettiğim Slider oyunumu görüyorsunuz yanda.

(Bu yazıyı yayınlayana dek 6000'leri geçmiş durumdaydım.)

Yoğun günlerdeki kısa molalar için ideal.


Download  Kyodai Mahjongg

EDIT:   Yıllar sonra açmış olduğum  YouTube kanalımda  bu oyuna dair birşeyler paylaşmak istedim  ve  ses dosyalarını derledim.
1 saatlik aşağıdaki videodan ders çalışırken veya okuma müziği olarak,  veya meditasyon amaçlı yararlanabileceğiniz gibi;  yukarıda bahsetmiş olduğum, içerdiği çeşitli oyun tiplerinden bazı bölümler de bulabilirsiniz:

Yazının sonunda bonus olarak  Windows Vista ile gelen standart oyunların görselini de verelim bari tam olsun  :)   Vista belki pek tutmadı ama oyunları değişik bi tat-doku getirmişti be!