26 Temmuz 2009 Pazar

 Soraya Esfandiary-Bakhtiari

Geçenlerde  KİM KİMDİR?  diye sormuş ve orta resimdeki kadından biraz bahsedeceğimi söylemiştim.  Üçünün aynı ünlü adamın eşi olduğunu da söylemiştim sanırım.



Efendim, bu kadınlar aşırı Batı yanlısı bir dış politika izleyen,  İran'ın son monarşik lideri,  devrik İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'nin eşleri.  Soldaki  Fawzia Shirin,  Mısırlı soylu bir ailenin kızı.  (Evliliklerinden Şehnaz adlı bir kızları olmuş.  İran'ı geri ve sönük bulması,  ayrıca Şah'la da anlaşamaması sebebiyle ayrılmışlar.)
Ortadaki resimde 1951 senesinde evlendiği  Prenses Süreyya.
Sağdaki resimde ise meşhur,  bu blogun yazıldığı tarihte  hâlâ hayatta olan  Farah Diba'yı  görüyorsunuz.

---------------------------------------------------------------------------------



Prenses Soraya (Süreyya), 22 Haziran 1932'de İran İsfehan'da dünyaya geldi. Güney İran'ın soylu Bakhtiari aşiretinden, İran'ın Batı Almanya büyükelçisi olan babası Khalil Esfandiary ile Rusya doğumlu Alman bir annenin  (Eva Karl)  tek kızı idi.

Ailesi uzun yıllar İran devlet ve diplomasi heyetleri içerisinde olup, amcalarından Sardar Assad 20. yy başlarındaki İran hareketinin öncülerindendi.



1948'de henüz İsviçre'de eğitimini sürdürdüğü yıllarda bir akrabası aracılığıyla, eşinden yeni boşanmış olan Shah Mohammed Reza Pahlavi  ile tanışır.

Olaylar gelişir ve 12 Şubat 1951'de Tahran'daki Golestan (Gülistan) Sarayı'nda evlenirler.


(Resimlere tıklayıp büyük boyutta görebilirsiniz.)






Şah, düğünlerine gelen konukların İranlı fakirler için kurulmuş bir yardım derneğine bağışta bulunabileceklerini söylese de, çeşitli liderler tarafından pahalı hediyeler gönderilir.

Gelin hanım düğününde (yukarıdaki resimde) (sanırım Christion Dior tasarımı olan) üzeri inci ve özel tüylerle kaplı gümüş lame bir gelinlik giyer.





Yıl 1956'da ziyaret amacıyla Türkiye'ye gelmişler.
Çift hakkında dönemin dergilerinde çeşitli yazılar yazılmış, bunlardan birkaçını aşağılarda bir yerde bulacaksınız.

(Bu arada söylemezsem çatlarım. Türk Medyası o zamanlar da popüler kültür alanında çok düşükmüş anlaşılan.)



Neyse efendim,  konumuza dönelim.  Bu ikili için PTT'nin bastığı pullar filan da var 1956 tarihli...

Ve bu tarz hikayelerde bilirsiniz ki, "Güzel şeyler çabuk biter."




Kraliçe Soraya kısırdır. İsviçre ve Fransa'daki tedaviler olumlu sonuç vermez. Şah, geriye bir varis bırakabilmek için ülkesindeki dini gelenekler uyarınca ikinci bir eş almayı teklif eder.

Batı standartlarında eğitim almış olan Soraya bunu kabul etmemiş, denir hep.  İhtiraslı ve gururlu yapısı da buna el vermezdi diye düşünüyorum.

Ve Soraya İran'ı terk edip Almanya'daki ailesinin yanına gider.  (Köln, Şubat 1958)































Rıza Pehlevi, Soraya'nın amcası Senatör Serdar Esad Bakhtiari'yi araya sokarak karısının İran'a geri dönmesini ister; ancak olumlu yanıt almaz.

Mart ayı ortasında Şah'ın sorunlu evliliği ve tahtını bırakabileceği bir varisinin bulunmamasını tartışmak üzere Şah ile bir grup toplanır. Dört gün kadar sonra da hanedandaki çiftin boşanacağı haberleri duyurulmaya başlar.


Kraliçe Soraya 25 yaşındadır. Bir erkek çocuk veremediği için Şah'ın ailesi tarafından saraydan uzaklaştırılmıştır. Boşanma ile ilgili şöyle der:  "A sacrifice of my own happiness."

Sonradan yaptığı röportajlarından birinde  (The New York Times, 15 Mart 1958), eşinin boşanmaktan başka bir şansı olmadığını da söyleyecektir:

"Since His Imperial Majesty Reza Shah Pahlavi has deemed it necessary that a successor to the throne must be of direct descent in the male line from generation to generation to generation,  I will with my deepest regret in the interest of the future of the State and of the welfare of the people in accordance with the desire of His Majesty the Emperor sacrifice my own happiness, and I will declare my consent to a separation from His Imperial Majesty."


Şah ise radyo ve televizyonlarda yayınlanan konuşmaları ile kararı üzgün bir şekilde İran halkına duyurur;  bir kızgınlıkla hemen evlenmek istemediğini söyler.  (1 sene kadar sonra Farah Diba ile evlenecektir.)

Boşanmanın ardından duygularını soran bir gazeteciye, "Kimse bir meşaleyi benden daha fazla taşıyamaz" der.
 (Umarım doğru bir çeviri yapmışımdır burada.)
Tahttan indirilmiş İtalya kralı Umberto II'nin kızı Prenses Maria Gabriella  ile evlenme konusundaki isteğini belli eder bu dönemde Şah. Ne var ki Vatikan ve sosyal çevreler, "Müslüman bir hükümdar ile Katolik bir prenses"  arasındaki evliliği  "ciddi bir tehlike"  olarak niteler.



Aktris Kariyeri


















Soraya Fransa'ya yerleşir.
Kısa bir oyunculuk kariyeri olur.
Bir ara Kraliçe Büyük Katerina hakkında çevrilecek bir sinema filminde oynayacağı duyurulur, fakat sonra bu proje iptal edilir.


İptal edilen projelerin yerine, 1965'te  "I tre volti  (The Three Faces)"  filminde oynar.

İtalyan yönetmen Franco Indovina ile aralarındaki ilişki konuşulmaya başlamıştır.





1965'te Soraya (Süreyya) filminde kendini canlandırır.

1972'de Indovina'nın bir uçak kazasında ölmesi sonrasında depresyona giriyor sanırım ve hayatının sonuna kadar Avrupa'da sürgünde yalnız yaşıyor. Kasım 2001'de 69 yaşında hayatı son buluyor. Yakılması, cenazesi... Almanya Münih'te imiş mezarı.

Ölümünden sadece birkaç hafta kadar sonra,  tüm mirasını bıraktığı,  "Ondan sonra konuşacak kimsem kalmadı"  diyen erkek kardeşi Bijan da ölüyor.




Bu arada biraz da İran Şahı neler yapmış,  ona bakalım:

İşte  Farah Diba ile evleniyor filan...

Diba ilk zamanlarda korkunç berbat bir kadınmış, gene yaşlandıkça az güzelleşmiş.


Neyse efendim, 20 yıllık evliliklerinde dört çocukları oluyor.  (En küçük kızları sonradan uyuşturucu ve haplar gibi birşeyler almaktan ölmüş sanırım ki çekici bir genç kız imiş.  Bir oğulları da intihar etti diye biliyorum.)

Ve sonra biliyorsunuz 1979'da İran Devrimi gerçekleşiyor. Ayetullah Humeyni sürgünden geri çağrılıyor filan... Devrik İran Şahı Rıza Pehlevi sürgüne gönderilen oluyor bu kez.

Mısır'a gidiyorlar ilk önce. Sonra Bahamalar'a gidiyorlar filan... Ama Şah hastalanıyor sanırım ve zorluklar yaşıyorlar buralarda. 1980'de Şah ölüyor. Farah Diba sürgün olarak Avrupa'da Fransa'ya gidiyor, kızının ölümünden sonra da Amerika'ya yerleşiyor.
      Akıllı ve dengeli bir kadına benziyor Farah Diba.  Eşi, aşkı, yaşadıkları, İran Devrimi ile ilgili bestseller olan bir kitap yazmış geçtiğimiz yıllarda.  Belki size saçma gelebilir ama,  Şah'ın hayatı bana bir yönüyle Napolyon'u çağrıştırıyor. Bir erkek varis (oğul) bırakma sevdasına; sevdikleri kadınlardan, eşlerinden ayrılmışlar. Ne var ki sonunda evlatlar varisler yapmışlar ama koltuğu da keybetmişler. İran da nereden nereye gelmiş gördüğünüz gibi.
 (Pehlevi ailesinin İslam karşıtı tutumuna hiç değinmedim bu yazıda.)


Yaşlandığında dahi çekiciliğini ve kadınsılığını muhafaza eden biri,  ihtiraslı bir kadınmış gerçekten.  Çok acı çektiğini  ve  onurunun kırıldığını hissetmek güç değil.  Süreyya'nın birkaç resmini daha koyuyorum.  Tüm fotolarındaki şahsi çekiciliğine ve mücevherlerin uyumuna dikkat edin. Kendisine ait mücevherler müzayede ile satışa çıkartılmıştı vefatının ertesinde.




































...Soraya  ve  annesi  Eva Karl









7 yorum:

canilecanan dedi ki...

Az önce bir Google taraması sırasında şiirsel bir yazıya denk geldim hakkında. Milliyet Blog'da Coni Gitar isimli blog yazarının "Çay Tabağındaki Hüzün" başlıklı yazısını ilgililer kaçırmasın derim.

http://blog.milliyet.com.tr/Cay_tabagindaki_huzun/Blog/?BlogNo=231834

canilecanan dedi ki...

Ek$i Sözlük'te hakkındaki bir entry ilgimi çekti, buraya da not düşmek istedim:

İran şahı Rıza Pehlevi'nin ikinci karısı, yeşil gözlü İran kraliçesi. Çocuğu olmadığı gerekçesiyle hükümet kararıyla zorunlu olarak eşinden boşanmış ve ülkesine bir daha da dönmemişti. "Sürgündeki prenses" olarak bilinir. Ayrıca "Sürgündeki Prenses Süreyya" adıyla anılarını yazdığı bir kitabı da vardır.

Hayatında iki defa aşık olduğunu ve ikisinin de sonunun kötü bittiğini söyleyen Prenses Süreyya, gazetelerde yazılanların aksine boşandıktan sonra Farah Diba ile evlenen eşiyle hiç konuşup görüşmediğini; ama başlarda bir gün arayacağı umuduyla yaşadığını söylemiştir ki bu sözleri içime oturmuştu. Ayrıca üstüne eş gelmesi durumunu kabul etmeyerek Avrupa'ya gitmiş ve sonrasında telefonla hükümet kararını öğrenmiş.

Çocuğu olmadığı iddialarına ise ailesindeki tüm kadınların geç yaşta anne olduğu yanıtını vererek biraz daha zamana ihtiyacı olduğunu söylüyor, kitabında.

Doğulu erkeklerin gösterişli sevip sonra da terk ettiğine, Batılı erkeklerin ise uğrunuza ölmeyeceklerini ama kolay kolay da sizden vazgeçmeyeceklerine inandığını açıklamıştı.

69 yaşındayken Paris'te vefat eden Prenses Süreyya; hayatında iki aşk yaşamış ve iki aşkının da ölümü kendisinden önce olmasına rağmen, onlar ölürken yanında olamadığı için yalnızlıkla lanetlendiğine inanmıştı.

(staring girl - #16102373, Ek$i)

Adsız dedi ki...

cok guzel bir yazi olmus zevkle okudum, elinize saglık.

canilecanan dedi ki...

Teşekkürler :)

humanity dedi ki...

bu arada arkadaslar prenses süreyya nın yakın dostunun torunu ve son imparatorice ninde simdilerde yakın dostu olan bu fotograf arsivinin sahibi 'ersin faikzade' ye de tesekkuri borc biliriz. cünkü dünyada birlesmis millet elciligine kadar giden büyük insanlık projeleri ile tanınan türkiyenin de dünyadaki saygın ismi ersin faikzade bu konuda arsivlerini hep dünya medyası ile paylasmıstır. ersin faikzade dünyada örnek gösterilen asilzadelerden biridir.

canilecanan dedi ki...

Evet, ben de hem bu blog yazısında kullandığım resimlerde hem de kendi araştırmalarımda Ersin Faikzade arşivinden pek çok materyal ile karşılaştım. Teşekkürler.

canilecanan dedi ki...


Vay anassını sayın okurlar!

"Entry'lerim Ekşi Şeyler'de kullanılmasın" tercihime rağmen...

Yazımdan alıntılar ve birebir resimlerle orada yayınlanmış ve tek bir kere ne blogumun ne benim adım anılıyor!

Yüzlerce kez paylaşılmış,  yüz binlerce kez de okunmuş orada...

Ayıp desek utanmazlar.  Ama "AKP kötü, ahlaksız!"

He canım hee, sanki sen çok ahlaklısın.

Önce dürüst olmak,  kaynağa ve tercihlere saygılı olmak; kendimize yapılmasını istemediğimizi başkalarına yapmamak gerek.

Bunun için de tabii bir bilinç gerek, ama salla gitsin yaa!
İşte kafalar böyle.