5 Şubat 2009 Perşembe

 Ümit Özgen'i kim öldürdü?


Ümit Özgen.  Hatırladınız mı bu ismi?
Ocak 2009 desem?
Uludağ, Akut, donma vakası desem?

Tarih:  21-22 Ocak 2009
Ekranlarda  "Uludağ'da kaybolan genç bulundu!" haberleri ve tanıdık gelen  "Sevinç gözyaşları döküldü"  lafları...
Ertesi gün de bildirdiler ki meğer ambulansta ölüm gerçekleşmiş,  desem?

___________________________________


Bir sürü şey söylendi bugüne kadar.  Çocuk kaybolmuş öğleye doğru siste. Olağan bir durum, düz ova değil bu kaybolunan yer. Mevsim de yaz değil.
Eh neyse ki yanında cep telefonu var bu gencin.  Hemen Uludağ'daki beraber geldikleri arkadaşlarını arıyor.  Ailesini arıyor.  Bundan sonrası
-miş'li geçmiş zamanla:

Bir şekilde Jandarma'ya ulaşılmış,  anlatılmış durum. Tarifler yapılmış.
2 adet kar motorsikletiyle saatler sonra çocuk aranmaya başlanmış. Benzin çabuk bitince  arama yarıda kesilmiş,  sonuç alınamamış.
Çocuk bakmış işler yavaştan ilerliyor,  "Her koyun kendi bacağından asılır" düsturuyla kendisi labirentin çıkışını bulmaya çalışmış.
(Bu arada havadaki sis de çekilmiş,  telefondaki sözleri ve o gece Uludağ'da olanların anlatımlarına göre.)

"Ben daha fazla dayanamam artık, helikopter gönderin"  demiş çocuk.
"Bir fişek yok mu?"  diye sormuş Jandarmaya.  "Patlatın ben o yöne doğru koşayım, beni o bölgede arayın" demiş.  Yani demiş de demiş...




Yukarıdaki mesajlar bu gencin bilincini yitirmeden ve ölmeden önce durmadan attığı mesajlardan bazıları.

Gerçi bulundu bulunmasına.  Kaybolmasından 11 saat kadar sonra, geceyarısı saat 23 sularında  Çobankuyu mevkii denen bir yerde.
Ama bulunmakla iş bitse!


Genci buluyorlar. Bu kez de ambulansa taşıma derdi başlıyor. Ambulans ve içindeki doktor, oteller bölgesine gelmiş; bilinci kayıp Ümit ise Çobankuyu mevkiinde!
Kar makinasıyla inilmesi zor bir yerde mi bulunmuş ne (zaten aksinin düşük ihtimal olduğu başından belli.)
O durumdaki,  nabzı durmuş hastayı
saatler boyunca otel bölgesine taşımaya uğraşmışlar bir de...


E kardeşim,  o zaman ne diye ambulans istenmiş oraya?  Oldu olacak Bursa'ya götürseydiniz bari çocuğu hemen bulur bulmaz?  Kaldı ki ambulans da öyle yapmış?  İçinde teçhizatı olmayan,  ama kendisine ulaşılmak için 3 saate yakın zaman harcanan ambulans;  almış donmuş genci  Bursa Muradiye Hastanesi'ne götürmüş.  Daha doğrusu götürememiş,  nihai son hastane yolundayken vuku bulmuş.

(Burada bir de şöyle bir hoşluk/boşluk var.  Ümit bulunmuş, böyle bir durumda hemen su içirmek gerekmiş. Ekipte ve kar araçlarında su aranıp bulunamamış,  oteller bölgesinden çocuğun bulunduğu yere su istenmiş!)



Varan 1:  "Ben izin vermezsem,  AKUT buraya adımını
atamaz"
Uludağ Jandarma Üst Düzey Emir Komuta Şeysi'nin veciz sözü.
Bu laf ortaya atılmış.  Ancak lafın gereği olan arama-tarama-bulma işi olabildiğince dinlene dinlene, ağırdan alarak yapılmış. Baba Haluk Özgen acıyla ve kızgınlıkla yâd ediyor bu yaklaşımı.

Ne var ki yeterince görüp geçirmiş,  düşüp kalkmış sıradan vatandaşımız Varan 1 yaklaşımına âşinâ.  Hem ifadeye hem de meâline...
Neyi paylaşamıyor bu ülkedeki makamlar?
Hadi burada bir asker durumu var. Üniversitelerde aynı şey Öğrenci İşleri-Dekanlık;  kıskançlıktan gözü dönmüş prof sürtüşmeleri;  son Ergenekon olaylarıyla anlaşıldığı üzere  Emniyet İstihbaratı ve MİT,  MİT ve Askeri İstihbarat arasındaki husumetler/sürtüşmeler/ayak bilemeler...
Yani burada anlatamadım,  ama anlayacak olanın kelimelere ihtiyacı yok. Hep "birlik-beraberlik" mesajları.  Ancak onları biraz eşele,  altından egemenlik savaşları ve bölünme, nispi derebeylikler yönetimi çıkıyor.

Velhasılında AKUT'a arama işi için hemen izin verilmemiş.  Donan insan için zaman çok mühim,  ama ne gam.  Burası Türkiye!


Varan 2:  Ağzı olan konuşuyor
Bir sürü bilgi ve iddia vardı bu olayda.  Biri diyordu ki,  kulübeye girmiş ama orada durmamış,  dışarı çıkıp koşmuş,  hata yapmış.
Çocuğun bizzat mesajlaştığı Uludağ'daki bir arkadaşı (Sinan) da diyor ki, kulübeye girmedi,  bir kulübenin önünden geçti.

Yahu tamam anlıyorum.  Devlet meseleleri söz konusu olduğunda veya hassas mevzularımız,  kendimize doğru yontarız.  Ama böyle bir konuda bari herkes sil baştan bir hikaye yazmasın da ne nedir bilinsin.


Varan 3:  Kanunlar kime işler,  kime işlemez?
Gelelim bilinen bir mevzuya...
GSM operatörü şirket  Turkcell;  kaybolan gencin koordinatlarını, Jandarmanın irtibatına rağmen ancak Savcılık izniyle ve başvurudan
4 saat sonra olacak şekilde vermiş.  +1 saatte de verilen koordinatın çözümlemesi mi ne yapılmış  (teknik bilgi).  Etti mi toplam 5 saat!

Burada suçlanacak bir şey yok,  zira kanuna uymuşlar.  Biliyorsunuz devletlerin yazılı kanunları vardır,  bir de vicdanın yazılı olmayan kanunları/hukukları.  Turkcell sorumluları burada birincisini seçmiş.
Ancak, operatör tanıdıkları olanların,  savcısız-izinsiz  şıp diye koordinat bildirme durumlarını öğrenince isyan etmiyor da değil insan.  Birileri için, birkaç yakın ilişki ve telefonla şakkadanak elde ediliveren bilgiler, kolayca açılan kapılar;  kimsesizseniz veya kolay lokma olarak addedilmişseniz ağzınızla kuş tutsanız açılmaz.  Kaderin böylesine!
(Gene iş döndü dolaştı  "kader"e  yüklendi ya!  Zaten hepimiz kadere çalışıyor gibiyiz.)


Varan 4:  Oteller ne tarafta,  yol ne tarafta?
Uludağ gibi kış turizmi ve kayak sporlarının yoğun olduğu bir yerde levha, tabela işaretleri, ağaç numaralandırma, yol işaretleri koyma, vs... Neden yoktur?  Mars'ta yol tarifi sormuyoruz ayol,  Uludağ'dayız biz daha!

Bir soru daha:  Bu otel sahipleri, oradaki Jandarma, yaratıcı insanlarımız? Hiç düşünen kimse de mi yok bu ülkede?  Yoksa ben mi abartıyorum?



-Son  Analiz- ....... ...
Bu olay bir şeyi daha gösterdi.
Ülkedeki herkes ne çok analiz manyağı  ne çok yargıç olmuş!
Âdeta bir bilirkişi,  âdeta bir jüri!  Meğer hepimiz potansiyel bir Deniz Seki,  büyük jüri üstadı bir Bülent Ersoy barındırmakta imişiz içimizde!
Yok çocuğun yanlışları şunlar şunlarmış,  yok babanın yanlışları bunlar bunlarmış... Madde madde,  çarşaf çarşaf!

Sanki bütün bu olaylar olurken,  bu lafları edenler an be an oradaydı! Çocuk beklemiş en az 6 saat boyunca tek bir kıpırtı göremeyince bari helikopter gönderin  veya  fişek atın ben işaretin olduğu yöne doğru koşayım demiş.  Bakmış sanki kendi kendine konuşuyor,  bari bu karanlıktan çıkışı kendi kendime bulayım çare yok demiş.
Ve karanlıkta gördüğü bir ışığın peşine düşmüş.

Onlarca paragraf döşenip madde madde hata sayanlar,  o genci ölüme gönderen ihmalleri yapanlarla aynı kafadan aslında.

Ve yeri geldiğinde hep dediğim gibi:
Şehir;  farkları yok etmeden birlikte yaşamak demektir.  Farkları yok etmeye kalktığınızda elinizde milyon nüfuslu köyler kalır.
"Bursada büyük bir köydür.  Halkı da zengin köylülerdir"

Nokta.




1 yorum:

canilecanan dedi ki...


Adını, vesikalık fotoğrafını ve babasının Okan Bayülgen'in yayınlarındaki halini aradan geçen yıllara rağmen unutamadığım genç bir ölü.
Hikayesinin sonundaki olaylar zincirine baktığımızda ise "burası Türkiye" diyoruz. İşte böyle!